Konuşmak kolaydı, susmak maharet istiyordu!..

A -
A +
Ancak okumak, insanı din ve dünya saadetine kavuşturabiliyordu...
 
El salladı anacığına ve halasına da Ömer... Çocuklar gibi şendiler pencerenin önünde. Sokak aralarından telaşla ve hızlı hızlı tarlaya, bahçeye gidenler geçiyordu. İlk laf atan Firdevs oldu:
- Ne var yenge? Yine aleyhimde neler konuşuyordunuz?
- Çok şeyler çoook!
- Neymiş o çok şeyler?
- Derdi olan dolaşır! Derede, yolda, pazar yerinde öyle değil mi Firdevs?
- Bir muammasın yenge!
- Öyle ya muamma! Kimi de dağlarla, taşlarla konuşur Firdevs.
- Bana mı diyorsun?
- Yok kendime!
- Aman yenge bir tuhafsın sen de!
- Ben mi, sen mi?
- !!!
Firdevs, fazla ileri gitmedi, sustu. Konuşmak kolaydı, susmak maharet istiyordu. Bir de şu ayaklarına, ellerine söz geçirebilseydi. Onun ismi geçince eli ayağı birbirine karışıyor, titriyordu her nedense. Yüzünün rengi de değişiyordu muhtemelen… Karşısında ayna olmasa da ter bastığını, kızardığını hissediyordu. Demek bu meselelerde hep aynı hisler olacaktı. İlk gördüğü günden beri gözü üzerindeydi lakin kimselere açamıyordu ki derdini. Yengesi uyanık çıkmıştı. Yoksa… Yoksa bir şey mi sezmişti? Öyle şüphe uyandıracak bir hâlde hiç olmamıştı ki! “Aman Allah’ım sakinleşemeyecek miyim? Tereddütlerim geçmeyecek mi? Bana neler oluyor? Galiba kendimi tanımamışım!” diye içinden neler geçmiyordu ki…
Galiba beklediği o münasip hâl hiç gelmeyecekti! Bir an önce mevzuya girmek en mantıklısıydı ama söze nereden başlayacaktı ki? Evet, sabah erkenden ve işi uzatmadan… Ne, bu sabah mı? İş aydınlandı ama kahrolası netice! İçi, dışı tutarsızlıkla doluydu. Sadece; “Bana ne oldu böyle” deyip hülyalara daldı Firdevs.
Her gün korkulu rüya görmektense olup olmayacağının bir an evvel belli olması daha iyiydi…
 
Pek saf, pek güzel olunca niyet,
Daha güzel oluyor akıbet!
                   ***
İbrahim, başını kaldırıp etrafa şöyle bir baktığında, içi kararıyor, kasvet ve karanlıkla doluyordu. Zira “kalabalıkları” yani şuursuz, cahilleri; birbiri arasında hareket eden, akıl melekesini bırakarak sürü misali önlerindekini takip eden kelleler olarak görüyordu. Tarih hep ibretlik hadiselerle doluydu. Âdemoğlu, eline geçen fırsatları kendi aleyhine iterek tefekkür etmeyen, derin derin düşünmeyen şahıslar olarak hayat sürüp gitseydi dünya neye yarayacaktı ki?
Bütün hocalarının tavsiye ettiği gibi okumalıydı, çok okumalı, çok fazla okumalıydı. Çünkü ancak okumak, insanı din ve dünya saadetine kavuşturabiliyordu. Ancak okumak; insanı düşündürüp iyiyi kötüden, doğruyu eğriden ayırt edebilme kabiliyetini kazandırabiliyordu. Okumak, hakikatleri anlamada yegâne tesirli yoldu. Tabii gerçeği kabullenmek sancılı olsa da, verdiği tat ebediydi. Bu yüzden aklı kullanmanın ehemmiyeti öğrenilmeliydi. Sadece okumak, insanı hislere göre hareketten menedebilirdi. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.