Nefes alıp verirken kalbi duracak gibi oluyordu!..

A -
A +
Başını kaldırdığında; aşinası olduğu geniş sokağın içinde; iki katlı taş konağı gördü.
 
Nice insanlar, telaşlarını belli etmeden hızlı adımlarla bir yöne doğru koşarcasına yürüyordu. Başka gün olsaydı utanırdı, dama çıkmazdı. “Koca gelin, çocuklar gibi” derler, diye, o zaman münasip olanı yapardı. Şimdi öyle değildi; “Amaan! Kim ne derse desin!” diyerek sıcak yuvasını, lavanta kokan yatağını, kızarmış börek, kete kokuları gelen mutfaklarında erine ikram edecekleri düşünerek bekledi. Her şeye rağmen hayat güzeldi. Bugünlere gelmek kolay olmamıştı, Bitmek nedir bilmeyen uzun kış geceleri; çiçek dolu bahara gebeydi ve işte baharı yaşıyorlardı. Uzak olsa da; yakuttan bir Cennet misali baharı ve sevdiği erinin gelmesini hayal etmek, güneşin altın sarısı sıcaklığına sarılıp uyuyacağı koyu gölgelikleri düşünmek bir saadetti. Ve bir an evvel erine, en sevdiğine kavuşmak için bir türlü görünmeyen kervanı beklerken oldukça sabırsızlanıyordu o… Hızla nefes alıp verirken kalbi duracak gibi oluyordu. Bu havada insanların düşündükleri tek şey; sıcak bir hava ve Molla İbrahim Hakkı’nın şehri teşrifiydi. Kimine göre kerametleri açıkça görünen bir ermiş, kimine göre sıcakkanlı, samimi bir komşu, bazılarına göre sözü sohbeti hoş bir ilim adamı, müderristi bu yolunu bekledikleri. Onlar ne düşünürlerse düşünsünler Firdevs için sımsıcak mekân; ekmek kadar aziz, eşsiz bir sevgili, vazgeçilmez, unutulmayacak en güzel hatıra, tatlı bir mazi, saf ve masum bir gençlik, hoş bir rüya, mis kokulu bahar, ılık bir çermik, yeşil bir ırmak kıyısı ve coşkulu bir şelâleydi.
Bu havada insanı ısıtan, sarıp sarmalayan İbrahim Hakkı'ya ait her şey kıymetliydi ona göre, düşüncesi de…
            ***
Başını kaldırdığında; aşinası olduğu geniş sokağın içinde; iki katlı taş konağı gördü. Yüzüne tatlı bir tebessüm yayıldı. Aklı fikri başka âlemlerde olsa da ayakları onu oraya getirmişti. Bu bir tesadüf değildi. Belli ki; onu çekip getirmişlerdi. Aynı hızla kendini mübarek hanesinin kapısında buldu. “Allah Allah! Fe sübhanallah! Firdevs’im nerede, pencerede mi, yoksa utandığından yüklüklerin arkasına mı gizlendi ne? Bari bir uzaktan görebilseydim” dedi, kapıyı tıklattı. Sanki kapının arkasındaymışlar gibi hemen açılıverdi. Tam o an olacak ya beklediği simayı görecek yerde bütün amca hanımları yeğenleri kapıya üşüştü. Bir o yoktu. Yoksa başına bir şey mi gelmişti de haberi olmamıştı. Yoksa, yoksa hasta mıydı?.. Rengi soldu, dudakları titredi. Şirin gülücükler dağıtsaydı da aklı fikri Firdevs’indeydi. “Gidip dönmemek, gelip görmemek” denilen ecdat sözü aklına geldi ama çabuk toparlandı.
- Elhamdülillah sağ salim geldik! Dedi ama içi buruktu hâlâ. Çocukların çığlık çığlığa hep birlikte; “Sen hoş gelmişsin dadaşım!” diye cevaplamaları bile onu dalgınlığından uyandırmamıştı. Yine de bir hoş oldu. Uzun zamandır “dadaş” kelimesini bu kadar kalabalığın söylediğini duymamıştı. Aklı Firdevs’teydi ama “Firdevs’im nerede?” diyemiyordu. “Hoş bulduk canlarım, dadaşlarım” dedi, başını önüne eğdi edeple.
- Hoş gelmişsin sen. Hadi İbrahim efendi içeri! DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.