''Molla İbrahim! Ne oldu, yine dalmışsın?..''

A -
A +
İbrahim Hakkı'nın derdi de, yükü de çoktu. O bu mesuliyetinin farkında çalışıp duruyordu.
 
Ya Rab; bizi bırakma azgın nefsin eline.
Zalimlerin zulmüne, fitnecinin diline!
            ***
Altın sarısı sayısız oklar; incecik ışığın üstüne yağan başka bir ışık yağmuru gibi iniyordu. Yerler şerha şerha çatlamış, böceklere, karıncalara yol olmuştu. Damlarda, ağaçlarda sıralanmış kuşlar; kendilerine bir taş fırlatacak yaramazı bekler gibi boyunlarını içlerine çekmişler öylesine kıpırtısız duruyorlar. Kurumuş otların içinden mor bir kelebek sürüsü rüzgâr gibi geçip gitti. Aras çayının kıyısında bir kavağa tutunup bir kuşburnu çalısının üstünde kasırgalandı, bir süre karmakarışık iç içe uğunarak salkım saçak toparlanıp dağıldılar, oradan oraya. Sonra mor toparlak sarının ışıltısında eridi, usul usul yitip gitti.
“Kelebek ömrü” hayatın kısa olduğunu anlatmak için söylense de en uzun ömür dediğin şey de neydi ki? İnsanların ebedi saadetlerini kazanma gayreti içinde olmamalarına ise pek şaşıyordu. Peki bu akıl ne işe yarayacaktı?
Belli ki İbrahim Hakkı'nın derdi de, yükü de çoktu. O bu mesuliyetinin farkında çalışıp duruyordu.
Her şey eş, dost, hısım akrabayla olur.
Onların kıymetin bilmeyen kovulur.
               ***
Hasretlik gidermek, duâ almak için çıktığı eş dost, hısım akraba, konu komşu ziyaretleri oldukça keyifli geçiyordu. Çocukluğundan beri yaşadıkları dilden dile, gönülden gönüle aktarılarak şimdiden destanlaşmış, öyle şan ve şöhrete kavuşmuştu ki… Duyduklarına kendi bile inanamıyordu. Sadece tarifsiz bir endişe içindeydi. Nefsinin zebunu olmaktan, insanların hüsn-ü zanlarına layık olamamaktan, şımarıp kendini bir şey sanmaktan pek imtina ediyor, bir o kadar da korkuyordu.
Karmakarışık hislerle dolu olarak eski bir taş köprüyü geçtikten sonra kenar mahallelerden birine girdi İbrahim Hakkı. Onu gören elini öpmeye kalkışıyor, kalabalık gittikçe artıyordu. Ova boyunca akan Aras sularında çocuklar kuzucuklarını yıkıyor, köpekler baş uçlarında nöbet tutuyordu. Taştan çamurdan yapılı ve yarı yarıya toprağa gömülmüş penceresiz kulübeler ona çok şey anlatıyordu. Hatıralarını düşünürken amcası çıkageldi:
- Molla İbrahim! Ne oldu, yine dalmışsın?
- Düşünüyorum emmi!
- Neyi?
- Ölümü, âhireti...
- Ölümü, hesap vermeyi düşünen hata yapmaz İbrahim! Bütün sülale seninle iftihar ediyoruz biliyor musun?
- Estağfirullah emmi! Benim iftihar edilecek neyim var ki?
- Yok öyle deme yeğen! Sen bilmezsen de bilen biliyor!
- Ah ah! İnsanı diri diri gömmek gibi! Ah!
- Hakkı teslim etmek deyiver gitsin yeğenim. Senin emmin olmak ne saadet, huzur doluyum; çünkü Erzurum civarında gözdesin, herkesin dilindesin, misafir odalarında sen konuşuluyorsun, eş dost meclislerinde sen varsın, her mahallede vaazların bekleniliyor. Beni tanıyanlar da; “İşte İbrahim Hakkı Hazretlerinin emmisi” diyorlar. Biliyor musun göğsüm kabarıyor gayriihtiyari! DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.