Her yerde onu görüyordu... Acaba unutabilecek miydi?

A -
A +
 
 
Genç yaşta âhirete gönderdiği Firdevs’e olan muhabbet, unutulacak gibi değildi!..
 
Şimdi bu önünden varlığından habersiz yatan genç gelincik canlıydı, evet nefes alıyor, veriyordu, kalbi küt küt atıyordu da peki hayatta denilebilir miydi? Ölüm döşeği aslında bir insanın hakiki mânâda kendisiydi de kendinden haberi yoktu sadece...
Ölüm ile hayat; bir madalyonun iki yüzü gibiydi. Hayat ne kadar hakikat ise ölüm de o kadar hakikatti. Bunu değiştirmek, ondan kaçmak hiçbir canlının kudretinde değildi. “Her nefis ölümü tadacaktır” ilâhi emri, ölümden kaçmanın imkânsızlığının sağlam bir temele dayandığını gösteriyordu. Buna rağmen insanoğlu bir muammaydı.
Fazla dayanamadı, okuyacaklarını okudu, gözleri yerde geri geri dışarı çıkarken hıçkırıklarını zor tutuyordu İbrahim Hakkı.
Gelin insanlar sorun; var mı benden biçare?
Neymiş ölüm ve dahi neymiş ölüme çâre?
Bugün, kendisini mutlak surette pençeleri arasına alacak olan ölümün karşısında hiçbir şey yapamamanın acizliği içindeydi İbrahim. Biricik sermayesi olan hayatını onun elinden kurtarmaya çalışırken insanoğlunun aslında çaresizliğine şahid oluyordu. Bu emeline tarih boyunca ulaşamamış, muvaffak olamamıştı da. Elan buna dair ufukta beliren bir işaret de yoktu. O zaman insanın elinden gelen; ya ölümün hakiki mahiyetini anlayarak onu bekleyerek yaşamak, ya da ölüm denilen mefhumu geçici şekilde unutmak veya unutturmaya çalışmak olacaktı. O da ne mümkündü…
              ***
Canından can, bir tanesinin artık hayatta olmaması, onu ebedi tarafta beklemeye geçmesi durumunu anlamaya çalıştı İbrahim Hakkı. Hayatının mühim bir imtihanını yaşıyordu şimdi.
Bu en sevdiğinin bir anda yok olmasına alışması kolay olmayacaktı. Ölüm Allah’ın emriydi, sabretmenin ehemmiyetini pekâlâ biliyordu. Bu beklenmedik hadiseye hazır olamaması meselesi canını acıtıyordu. Gündüzlerinin gece olması, gözleri açık olsa bile şuurunun kapalı olması gibi bir şeydi bu yaşadıkları Nefesini bir daha teninde hissedemeyecek, ''seni seviyorum'' demesini bir daha duyamayacak, sarılıp bir daha uyuyamayacak demekti sevgili Firdevs’inin vefatı.
Onun için kolay mıydı?
           ***
Ne zaman ki en sevdiği, yanından ayrılıp âhirete göçtü, kara toprağa koydular onca kalabalık dağıldı kendi evine, barkına gitti, işte o zaman fena tutuştu, yandı, yandı ama dumanını ne kendi görebiliyordu, ne de başkaları, bir kor düşmüştü ciğerinin ta ortasına. Elinden başka bir şey gelmiyordu sadece ağladı İbrahim Hakkı hazretleri. Her taraf onunla doluydu; eşyalar, kap kacak, evin her karışında onun izleri vardı ama sadece izleri. Daha dün koşup gezdiği yerler bugün viraneydi onsuz. Eksildiğini, bölündüğünü, yarım yamalak kaldığını, birlikte yaptıkları işleri tek başına yapacağını düşünüp ağladı ağladı.
Genç yaşta âhirete gönderdiği Firdevs’e olan muhabbet öyle kolay bitecek, unutulacak gibi değildi, büyüdü öyle kocaman oldu ki, içi daha fazla taşıyamaz hâle geldi İbrahim’in. Yazıyor, çiziyor, okuyor, geziyor, tozuyor nafile… Her yerde onu görüyordu. Acaba unutabilecek miydi? Ne kadar ağlasa da anladı ki asıl mevt, hakiki ölüm geride kalanlar içindi. Giden dünyanın meşakkatinden kurtulup, asıl makamına varmış, dünyadan gelecekleri bekleyecekti sadece... DEVAMI YARIN
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.