Yaşamak, bazen nefes almaktan ibaret olmuyor!

A -
A +
Epey bir piyade yürüyüşünden sonra, nihayet dağın tepesine gelebilmişti...
 
Yine  o mübarek hocam buyurdular ki: “Hayatımda hep dinden bahsettik. Niçin? Yarın âhirette Allahü teâlâ bana sorarsa, Bu kadar kullarımı sana teslim ettim, önüne getirdim. Benden ne bahsettin, derse ne cevap veririm diye korktuğumdan, her derste Ondan bahsettim. Rıza-i ilahi için sadece…”
Güneş doğar, yükselir, zeval bulur.
Bundan alınacak çok dersler olur.
                   ***
   “TEFEKKÜR TEPESİ”NDEKİ SIR ÇÖZÜLÜYOR MU?
Kızıl cam gibi güneşin sımsıcak parladığı bir yaz gününde, yine alacaklarını alıp kendini dışarıya atmıştı İbrahim Hakkı. Hocasının bahçesindeki çiçeklere ulaşmak üzere, yolunun üstündeki çiçeklere basmadan dolaşan o sesin mahiyetini çözmek niyetiyle. Epey bir piyade yürüyüşünden sonra, nihayet dağın tepesine gelebilmişti. Gelmesine gelmişti de ama bir kelime bile duymamıştı, karşısına kimse çıkmamıştı. Umudu kayaların üzerindeydi. Birkaç kez dolandı etraflarında, uzaktan da seyretti ama nafile, bir ses duymadığı gibi aradığı da yoktu ortalıkta...
Yaşamak bazen kalbinin atmasından ve nefes almaktan ibaret olmuyor, işte tıpkı bunun gibi bir durum söz konusuydu. Umutsuzlukla, tepeyi çevreleyen harçsız yapmış olduğu duvarın dibinde bulunan başka bir düz kayanın üzerine oturdu. Gözleri doldu, içinden geçenleri sessizce haykırmak istercesine yüzünü masmavi bulutsuz göğe çevirdi, o da ne? Sarı bir kelebek uçuyor! İşte, orada iki tane de beyaz kelebek birbirini kovalıyor! Nereye gidiyorlar? Oturduğu yerden ayağa fırladı, kelebekler bahçe duvarına bitişik, kenarları otlar ve deve dikenleriyle dolu toprak yola doğru uçuyorlardı. Bu yol eski mezarlığın hemen altında, hocasının türbesine doğruydu. Oraya ulaşmak için bahçeden çıkması ve taş duvarını arkadan dolaşması lazım geliyordu. Heyecanla hedefine doğru yöneldi. İçindeki hislerini kimseye belli etmeden hızlı tempoda çalıştı ölçtü, biçti, hesaplar yaptı, “tamam oldu” diyerek ayağa kalktı. Bahsettiği yola ulaştığında, kenarlarda uzanıp giden mor deve dikenlerini gördü. Yol boyunca neler olduğunu keşfetmek istemişti önce. Biraz daha ilerledi ve minik beyaz çiçekleri, bol tüylü yaprakları olan, adını bilmediği küçük boylu bir çiçek topluluğunun yanına yaklaştığında durdu. Çünkü az önce görmüş olduğu sarı kelebek mor bir dikenin üzerinde bütün zarafetiyle duruyordu. Hemen onun bulunduğu seviyeden Tefekkür Tepesi’ndeki kendi eliyle ördüğü, hem de harçsız duvara ve duvarın ortasındaki pencereye baktı. Güneş dolu dolu pencerenin içindeydi. Beklediği görüntüyü yakalamıştı. Kalemini çıkardı, kâğıdına bazı işaretler koydu, ileride birkaç taşı yine üst üste koyarak mini bir kule yaptı. Ondan kısa bir taş kulecik daha hazırladı ve ona doğru bir adım daha attı, aman Allah’ım! Onlarca kez uğraştığı işi istediği kıvama getirmişti. Sabah Tefekkür Tepesi’nin duvarındaki pencereden hüzmelerini salan güneş; bu diktiği taşların tepesini ışıkla yalayarak onun için mânâsı büyük olan türbeye doğru akıyordu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.