"Hocam! Muhterem Efendim! Çaresizim! Himmet, himmet!"

A -
A +
Akmayan zamanın ağırlığı üzerine abanmıştı, olduğu yere yığıldı Molla İbrahim!..
 
 
Fakirullah hazretleri:
- Öyle gevşek durma! Bütün ahali ve talebelerin seni bekliyor Molla İbrahim! Halefim sensin! Vekilim de... Dergâhımı şenlendirip nurlandıracaksın! Git Molla İbrahim! Git, durma git! Postuma otur! Medresemi şenlendir! Bıraktığım yerden talebeleri al, kaldığım yerden devam et! Hadi seni göreyim!
- Hocam! Muhterem Efendim! Çaresizim! Himmet, himmet!
Ellerini başına götürdü gayr-i ihtiyari. Akmayan zamanın ağırlığı üzerine abanmıştı, olduğu yere yığıldı. “Gücüm kuvvetim tükeniyor” deyip kendinden geçti. Uyku mu, yoksa uyanıklık mı? Ne hâlde olduğunu hiç anlayamayacaktı İbrahim Hakkı.
Mor hayaller; pembe sisler içinde…
İlim, irfan ara olsa da Çin’de…
                  ***
Pembe sisler, mor tülden bulutlar içindeydi sanki. Kıvrım kıvrım akan nehrin iki yakası boyunca derin uçurumlar uzanıyor, karanlık ve dar vadi ayın ışıltısıyla gümüş gibi parıldıyordu. Şırıl şırıl akan ırmağın kıyıları boyunca sıralanmış ceviz, elma, armut ağaçları devasa gölgeler oluşturuyordu. Karanlığın içinden ak elbiseler giyinmiş bir çocuk çıktı. Dikkat kesildi. Bu biricik oğlu Ahmet Naimi idi. Yanına gelip elini öptü.
- Muhterem pederim hocanızı gördüm.
- Ne dedin? Fakirullah hazretlerini mi gördün? Nerede, nasıl?
- Telaşlanmayın muhterem pederim! Medreseden çıkmış buraya geliyordum. Bahçenin duvarında oturmuştu.
- Eee!
- Selâm verdim, muhabbetle aldı. Adımı sordu. Ben de “Ahmet Naimi” dedim. Onun ismi de Muhammed Asım’mış. Arabî ve Farisi öğreten müderrismiş. Sizi sordu. Bildiklerimi anlatınca yüzü güldü. “Demek vakit geldi” diye mırıldandı. Sonra “Baban Fakirullah Efendinin sesiydi, umuduydu, sen de babanın sesi ol, umudu ol” dedi.
- Başka!
- !!!
- Başka, dedim Naimi!
- Bana dikkatle baktı: “Onun dağı, onu bekliyor” dedi.
- Bu bir müjde! Bir işaret! Dağa çıkışa izin!
- Babacığım özlediniz mi o dağı?
- Hasretim dinmedi ki oğul! Üzerinde olsam da hasretim! Şimdi oraya tırmanıp saatlerce oturmak ve yıldızları seyretmek tarifsiz bir his Naimi. Rüzgârların esişini yüzümde ılgıt ılgıt hissetmek, getirdikleri nefis çiçek usarelerini derin derin koklamak ne hoştur, bilemezsin. Ellerimi açıp orada Allah’a dualar etmek, yalvarmak, kulluğumu hatırlamak hiç istenmez mi? Ve Fakirullah Efendimizin hayalini görmek; “hadi ne duruyorsun yaz gayri” demesini heyecan içinde beklemek o tepelerde. Öylesine özledim ki; kalemi, kâğıdı her şeyi... İçimde şiirler, risaleler kımıldanıp duruyor... “Bekle” dedi, “sabırlı ol” dedi. Yaşım ilerlese de hocamın “yaz” emrini bekleyeceğim. Biliyorum ki efendi hazretlerinden henüz ruhsat gelmedi. Yakın olduğunu hissediyorum oğul!
- Geldiğini nasıl anlayacaksınız babacığım?
- Bazen meczubu görürüm.
- Meczub mu?
- Evet meczup. Efendi hazretleri; “o meczup aradığını bulunca sır da çözülecek” diyordu. “O zaman yazacaksın” diyordu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.