Ev, tarla, çayır, mal, mülk bir çırpıda terk ediliyordu...

A -
A +
 
 
Döndü; kapı ve pencereleri açık mağara gibi karanlık görünen hanelerine baktı.
 
 
 
Bahçenin etrafı çeper,
Nene, çepere su seper.
Kâfir Urus zulüm etmiş,
Ermeninki ondan beter.
 
Nereden de aklına gelmişti bu mâni... “Tövbe tövbe” dedi! Ruslara, Ermenilere ait hiçbir şey dinlemek, duymak, konuşmak istemiyordu. İstemiyordu da; şuuraltına yerleşen korku ve endişeler onu terk etmiyordu ki... Sakız gibi yapışmıştı kafasına sanki.
Kızlar, gelinler bir işe başladılar mı aşkla, şevkle çalışırlardı. “Tamam, oldu” diyene dek. İş biter bitmez doğru subaşına. İlkin şartlarına uygun abdest alınırdı. Eksik yapanlar, olursa, tatlı dille incitmeden tarif edilir, noksansız olması sağlanırdı. Hep iyilikte, güzellikte yarış içindeydiler. Herkes kendini buna alıştırır, buna göre iş tutardı. Aldatma, kandırma, yalan, dolan denilen hiçbir kötü hastalık kapılarından geçemezdi. Geçse de büyükleri müsaade etmezdi.
Hepsi de dinî temel bilgileri baba ocağında öğrenirdi. Sonrası tehlikeliydi. Zaten cahil kızlara talip olan da olmazdı. Osmanlı ailesinde namaz her şeyin başıydı. Kılmamazlık diye bir şey hiç kimsenin aklının ucundan bile geçmezdi. Burada da öyle yapılıyor, önce dosdoğru zaman ve zemin hazırlanıyordu.
                   ***
İyi insan; daima güler yüzlere,
Kalplere sürur, sürme imiş gözlere...
      
“Gençlik bu!” dedi. Hayallerinden uyanan Nene Gelin bir de ne görsün; tandır başının bitişiğinde ak ihramlı biri, tebessüm ederek kendisini süzmüyor mu? Dikkat etti; seneler önce her şeyi öğrendiği hocası, öylesine mahzun bakıyordu. Yine mütebessim, yine vakarlı... Nene Gelin gidip elini öpmek istedi. Uzaktan “dur” işareti yaptığını görünce olduğu yerde kalakaldı. Edepsizlik etmekten çekindi. Sadece gülümseyerek bakıştılar. Bir hoş olmuştu; hasretlikten mi yoksa muhabbetten mi ne, titremeye başladı.
Ona göre burası hep iyilerin bulunduğu bir yerdi. Bu düşüncesinde samimiydi. Hiç şüphesi yoktu. Mümkün değil ölür, bu güzel insanlara ihanet etmezdi.
Aile içinde itibarı tamdı. Kayınvalidesi; elini sıcaktan soğuğa sokturmuyor, ağır ve dışarı işlerini hep kendisi yapıyordu. Yemek pişirme, hayvanların sağımı, urba, elbise dikimi, tandır, ocak... Aklına gelebilecek bütün işler... Israr etse de “Zamanı gelince yaparsın! Şimdi elimiz, ayağımız tutuyorken çalışalım güzel gelinim...” der onu cesaretlendirirdi.
Bulunduğu yerden Çeperli’nin çoğu görünüyordu. O ise hâlâ; akşam olunca evine gideceğini sanıyordu. Döndü; kapı ve pencereleri açık mağara gibi karanlık görünen hanelerine baktı. Biricik eri, harmanlıkta yüklerle meşguldü. Dünün cıvıl cıvıl hayat dolan hanelerinin boş kalabileceği aklının ucundan geçmemişti. Geçirmiyordu ama işte acı hakikat de önündeydi: Ev, tarla, çayır, mal, mülk bir çırpıda terk ediliyordu. Akıbetlerinin ne olacağı ise meçhuldü. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.