Aklına gelenlerden hüzünlü bir mana belirdi yüzünde...

A -
A +
Derin düşünceler oldukça hâlden hâle soktu onu da sevdalısı, hayat arkadaşını da...
 
Mübârek evliya menkıbesi dinler gibi dikkatle, can kulağıyla dinliyordular birbirlerini. Nene, sevdalısı Mehmet Abdullah beyini dinlerken kendini gülümsemeye zorluyor, üzülecek bir şey ağzından çıkmasın, tılsım bozulmasın diye hayli dikkat ediyordu. Hocası dememiş miydi; 
“hayat üç gündür, dün, bugün, yarın... Dün geçti acısıyla, tatlısıyla... Yarın meçhul... An bu andır... Yaşadığını dosdoğru yaşa ahireti kazan...”
Komşu kızı Züleyha’nın tutumunu, ailesi hakkında bir şey bilip bilmediğini soracaktı fakat yutkundu, Ermeni meselesine mevzu açmaya cesareti yoktu... Ama Osman Bedreddin’in nutku ne manidardı. Sanki köyde kalanlara ders üzerine ders veriyordu.
Bu serin güz akşamı, toprak yollarını dolduran köylülerin ağzını bıçak açmıyordu. Uzaktan yakından köpek havlamaları, ara sıra şaplayan bir kamçı sesi, ihtiyarların iniltileri, bebek ağlamaları, kağnı gıcırtılarına karışıyor, vahşi bir kabilenin tamtam melodilerine benzer, gayr-i ritimli sesler Palandöken eteklerinde rüzgâra karışıp bir uğultu hâlinde dağılıyordu…
Nene Gelin, kocasına değecek kadar yaklaştı. Daha henüz çocukluktan gençliğe geçmişti lakin köy kızlarının kapı eşiklerinde evcilik oyunlarından kopamadığı bir günde ilk âşık olduğunu fısıltıyla anlattı. O günden sonra penceresini açıp dirseklerini dayadığını, hasretle nasıl yol beklediğini de…
Köyün yukarı mahallesine küçük bir şehir hâli veren bahçeler, aşağıda Kavaklıdere, alt yanında köprüler, değirmen... Değirmenin sesi hiç eksilmezdi. Oluklarından ve ark parmaklıkları arasından ak köpüklü mavi sular şarıldayarak, hızla akıyordu. Su kenarlarına çömelmiş köylüler, ellerini, kollarını, yüzlerini yıkıyor, kurumuş ekmekleri sulara batırıp batırıp ne de iştahla yiyorlardı. Toprak damların üzerinden çıkan sırıklarda yün çileleri kuruyordu. Deveboynu tarafından her akşam kızıl bir güneş batıyor, büyük, duru bir gökyüzü yıldızlarla doluyordu. Ne kadar güzeldi o günler! Söğüt ağaçlarının altı ne serindi! Kırların kendisine kadar gelemeyen güzel kokularını içine çekmek için burun deliklerini bol havayla dolduruyordu. Gün geldi zayıfladı, boyu uzadı, yüzünde huzur dolu bir güzellik oluştu. Artık anacığı kem gözlerden muhafaza edebilmek için peşinden bir an olsun ayrılmayacaktı.
Aklına gelenlerden mi ne hüzünlü bir mana belirdi yüzünde. Bu derin düşünceler oldukça hâlden hâle soktu onu da sevdalısı, hayat arkadaşı, eri Mehmet Abdullah’ı da...
            ***      
Beklesin yoluma yol, azmime kuvvet katan,
Elbet kurtulacaktır bir gün bu güzel vatan!
Çok evliyamız vardır toprak altında yatan,
Mutlak cezasını bulur, bu milleti satan!         
Kaç saattir yol alıyorlardı, dikkat etmediler? Düz, hafif meyilli yerler bitmiş, daha dik yokuşlar başlamıştı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.