"Muhabbet her kötülüğü yener, galip gelir Ali’m!”

A -
A +
Ne deseydi Naciye Ana? Bir tarafta masumlar, diğer tarafta acınacak hâlleri ve çaresiz, zavallı bir ana… 
 
Ali annesine şöyle dedi:
- Şöyle can-ı gönülden bir duâ et ana! Çabuk büyüyeyim de sizi bu sıkıntılardan rahata kavuşturayım! Cenab-ı Allah senin duânı kabul eder ana, çünkü sen en iyi kalbi taşıyorsun!
- Canım evladım! Anasının bir tanesi! Ali’m!
- Anacığım!..
Ne deseydi Naciye Ana? Bir tarafta masumlar, diğer tarafta acınacak hâlleri ve çaresiz, zavallı bir ana… “Sevgi var her şey var Ali’m! Muhabbet her türlü kötülükleri yener, galip gelir!” dedi, acı acı gülümsedi. Fazla bir şey diyemiyordu. Bütün aklının, fikrinin darmadağınık olduğunu, vücudunun titrediğini, zayıf ışıkların altında, yarı karanlığın içinde yüzünü göstermemeye, hıçkırıklarına hâkim olmaya, iç çekmemeye dikkat ediyordu. O dik durmalıydı, yıkıldığında  olan bu masumlara olacaktı.
Ölümü çok istiyordu lakini vardı. Bir tanesi; evinin direği gitmiş, dünyanın bütün çilelerinden kurtulmuş, ne soğuk, ne sıcak, ne karın doyurma derdi kalmıştı. Ne olduysa yaşayanlara olmuştu.
Ölümü hatırlamak; nefsiyle yüzleşmek, kendini hesaba çekmek demekti. Yaptıklarını ve yapacaklarını düşündükçe kalbi ferahlıyor, yükü hafifliyordu. Ölüm meleği; bizi almaya gelmiş de “vademizi dolduralım” diye bekleyen ve acelesi olmayan bir dosttu, hem de öyle sıradan değildi. “Ölüm” kelimesi tanıyıp sevdiği bir dost yüzünün aracılığıyla hayatına girmişti. Biricik hayat arkadaşı beyinin vefatı öyle konuşturuyordu onu… diye düşünürken Elif’ciğin; “acıktım” demesiyle derin uykudan uyanır gibi hayallerinden kurtulup soğuk odanın içine döndü Naciye Ana:
- Ne dedin a yavrum?
- Acıktım dedim!
- Tostun yarısı duruyordu Elif, hemen getireyim!
- Olur! 
Zorluklarla dolu bir hayatları vardı, bu küçük ailenin. Günler, saatler, dakikalar çok sıkıntılı ve üzüntülü geçiyordu.
Her Güneşin doğuşu; onlar için yeni sıkıntıların, yeni üzüntülerin başlangıcı demekti. Hiç olmazsa geceleri birkaç saat uyuyor, acılarından, dertlerinden uzaklaşıyordu bir nebze de olsa. Naciye Ana, karanlıklarda dinlenip gündüz çocukların soracağı sorulara ne cevap vereceğini düşünüyordu.
Eyyüb, aleyhisselâmı, Allahü teâlâ hastalıkla, İbrahim aleyhisselâmı ateşle imtihan etti. Bazı insanları evlatla, kimilerini malla, bazılarını makam ve mevkilerle, kimini güzellikle, çirkinlikle, bazılarını sağlıklı hayatla, kimini sakatlıkla ve bunlarınki de yalnızlık ve fukaralıklaydı hiç şüphesiz… “Nedir başıma gelen bu hastalık” deseydi Eyyüb aleyhisselâm, elbette imtihanını kaybedecekti. “Herkesin saat gibi işleyen kurulu bir düzeni var, benim niçin yok desem, Allah muhafaza, dilim kurusun! İmtihanımızı hepten kaybederiz” deyip sınıf geçmenin yollarına bakıyordu sadece Naciye Ana.
- Herkesin bir evi var ana. 
- Evet, var güzelim!
- İçinde üşümüyorlar!
- Biz de öyleyiz güzelim!
- Tıpkı civcivler gibi!.. Huzur ve saadet dolu güzel ve pek küçük civcivler gibi yaşıyorlar!
- Huzur ve saadet… Herkesin olsun güzelim!
- Evet, bizim de onların da olsun!
Ne kadar da güzel; çocuk olmak,
Gülücük dağıtıp sevgi bulmak.
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.