Mahallede oyun oynayacak ne bir arkadaşı, ne de vakti vardı...

A -
A +
Babasının vefatından sonra çatık kaşlı, içine kapanık bir çocuk olup çıkıvermişti.
 
İlk zamanlar çok daha endişeliydi. Derdini paylaşamıyordu kimseyle. Zaten öyle birileri de yoktu etrafında. Bir müddet sonra “insanlar ne der, ne düşünür” diye yaptığı hesaplarını da bıraktı, artık kimseler umurunda değildi. Başkalarına dert anlatmak, onları değiştirmeye çalışmak da imkânsız gibiydi. Hep sebeplere yapıştı, yorulunca kendi kabuğuna çekildi o küçük dünyasında yalnız yaşamayı öğrendi Ali...
Kısa süren huzur döneminden sonra düştüğü derin uçurumlardan çıkmasını da becermeliydi. Başka şansı yoktu. İnsanlar buna “yalnızlık” diye dursunlar, o adını çoktan koymuştu; “Tek başına huzuru arama…”
Adam adamdır, olmasa da parası pulu,
Eşek de eşektir, olsa da atlastan çulu.
            ***
“Sıkıntılarımı, acılarımı unuttuğum tek yer canım ailem. Babacığımın sandığını karıştırayım en iyisi” dedi küçük Ali kendi kendine. Mahallede oyun oynayacak ne bir arkadaşı, ne de vakti vardı. Evde işe yarar bir şeyleri yoktu, siyah-beyaz televizyonları da uzun zamandır bozuktu.
Ne yapıp etseydi de anacığını, kardeşini sevindirecek bir haberle dönseydi diye düşünürken aklına geleni yaptı. Bu fikir onu pek heyecanlandırmıştı. Çünkü ne zaman babasının dolabını, sandığını karıştırsa adlarını sonradan öğrendiği eşyalar buluyordu. Küçük dişliler, çeşitli çiviler, tornavida, pense, çekiç, kretuar, kontrol kalemleri ve garip isimli daha pek çok şeyler. Her bulduğu enteresan eşyayı hayranlıkla inceliyordu, babası bunlarla kim bilir neler yapıyordu?
Dolabın üst gözlerinde çeşitli kitaplar da vardı. Birini çok incelemişti, görünce tanıdı: “Aaa, yine o kitap, ne güzel!” Okumayı çok seviyordu, hele faydalı olanları bulursa kaçırmıyor zevkle okuyordu. Daha önce iyi zamanlarında babasının getirdiği hikâyeleri, annesinin gazete kuponlarıyla aldıkları ansiklopedileri, yemek tarifi kitapçıklarını hep annesiyle okumuştu.
Babasının vefatından sonra çatık kaşlı, içine kapanık bir çocuk olup çıkıvermişti. Veya ona öyle geliyordu. Küçük hayallerinden oluşturduğu kocaman dünyada güle oynaya geziyor, ama dertlerini hiç kimseye anlatmıyordu.
“Bu kitabın sayfaları ne kadar da beyaz, keşke ben de okula gitseydim, yeni şeyler öğrenen talebe olsaydım” deyip babacığının dolabının önüne oturmuş, bulduğu eşyaları, alet edevatı inceliyordu. Dolabın gizli bir köşesine elini uzattı, bir deste kâğıt çıkardı. Dikkatlice baktı, bunlardan biri bir kitaptı, ama hikâye kitaplarından farklıydı. Kalın kabartma ciltli, ansiklopedi gibiydi. Küçük Ali’nin babası inşaat ustasıydı ve bu da onun baş ucu kitabıydı. Bir Müslümanın günlük, haftalık, aylık, senelik ve bütün ömür boyunca yapacaklarını tek tek anlatıyordu. Türkçe yazılmıştı ama şimdiki nesil tam anlayamıyordu. 
“Bu tamam, şimdi başka şeylere bakayım” diyen küçük Ali, zayıf elini tekrar uzattı. Aldığını daha önce görmemişti, hatırlamıyordu. Önceden kar gibi beyaz olan ama artık sararmış yaprakları merakla açtı, “içindekiler” kısmını çabuk geçti. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.