Naciye kadın da hep hayal âleminde yaşıyordu...

A -
A +
Bir zamanlar, çok mesut hayat sürmüşlerdi hem köyünde hem de büyük şehir İstanbul’da...
 
Koyu kurşuni bir hava, bir adım ötesini görmek ne mümkün!.. Oldukça soğuk ve çetin bir gün daha... Sanki acıları, sıkıntıları unutturmak, eskiye ait ne varsa içine almak, üstünü kapatmak ister gibi yağıyordu kar. Yürüyenlerin ayak izleri bile çabuk kayboluyor, silinip gidiyordu. Yazın “geç kaldın” dedikleri vakitler şimdi oldukça erkendi. Onlar; kar, yağmur, soğuk, sıcak demeden neredeyse her şafak vakti ayaktaydılar.
İnsan ayakta olunca ya iş yapar, ya da hayal kurardı. Naciye kadın da hep hayal âleminde yaşıyordu.
Bir zamanlar, çok mesut hayat sürmüşlerdi hem köyünde hem de büyük şehir İstanbul’da. Anadolu’nun ücra bir köyünde doğup büyümüş, çocukluğunu kırda, bayırda koşarak yaşamıştı. Tavuk cücük, koyun kuzu, inek, öküz birçok hayvanlar beslemiş, bağ, bahçe, tarla, çayır işlerinden arta kalan vakitlerini süt, yoğurt, ekmek, peynir yaparak geçirmiş bir saf köylü kızı iken, aynı hislerle gelin olmuş, sonra da iki çocuk anası kadın… Ali isminde dünyalar güzeli bir oğlu, bir de kızı Elif’ciği vardı. Onlar eli, ayağı, aşkı, sevdası her şeyiydi. Ela gözleri, minnacık burnu, al al kırmızı yanaklarıyla abisi gibi tıpkı babasına benzeyen kızı Elif dünyaya geldiğinde ne kadar da sevinmişlerdi. 
Oğlu Ali, küçücük kız her sabah erkenden kalkar, yüzünü yıkamak için evlerinin önündeki küçük dereye koşar, orada otlayan ineklerine, kuzucuklarına da tatlı bir el dokunuşu, “hayırlı sabahlar” demeden geçmezlerdi. Kendi dillerince seslenir, o hayvancağızlar da onları anlarmış gibi cevap verirlerdi sanki. Küçük Ali, daha küçücük Elif kıza bakarsanız, huzur ve saadetin nasıl zirvede olduğunu rahat görebilirdiniz.
            ***
Bir akşam, gurbetteki evin erkeği geldi, bayram havası esmişti. Konu, komşu bütün köy sevinmişti, yendi, içildi, geç saatlere kadar ne sohbetler oldu, ne hasretlikler giderildi. Herkes odasına çekilmişti ki Ahmet sevdiceği Naciye’ye döndü, bütün muhabbetiyle iki elinden tuttu:
- Sana bir müjdem var Naciye’m!
- Hayırdır Bey! Ne müjdesi? Sen geldin ya bundan daha mühim ne olabilir ki?
- Yok ele deme büyük müjdem var!
- Aman herif! Müjdem de, sevincim de, her şeyim sensin!
- İyi de… gidiyoruz!
- Nereye?
- İstanbul’a!
- Deme!
- Dedim gitti bile.
- Tevekkeli değil, bir muziplik yapacağını biliyordum da böylesini beklemiyordum! Demek büyük şehirli oluyoruz he!
- Hem de en büyük şehirli!
- Çok fenasın ha! Nereden icap etti? Hiç de belli etmedin bey!
- Kız gurbete gitmiştim ya patronum beni pek sevmiş, ev kiralattı, devamlı iş verdi. “Çoluk, çocuğunu al gel” dedi, bana izin verdi. İşte gördüğün gibi de geldim. 
- Komşular duymasın!
- Duysunlar! Bütün dünya duysun! Gidiyoruz!
- Ah aceleci bey! Ah! Ah!
Tomurcuk gül de solar, bir gün düşer dalından,
Kim var ki ayrılmayan, sevdiğinden, malından?
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.