Koçkans’a vardığımızda öğle vakti de yeni girmişti...

A -
A +
 
 
Seve seve mevt olacak kadar kaçınılmaz bir ruhi güzellik abidesiydi Hasan Baba hazretleri...
 
Şibli hazretleri, Harun Reşid'in cevabın üzerine “Güzel! Peki, bu suyu içtin, çıkaramıyorsun, ne yapıp ediyorsan vücudundan dışarı atılmıyor, bir hastalık var, bir doktor gelse, “Ben o suyu dışarı çıkarırım fakat servetinin diğer yarısını isterim…” dese, verir misin?” Harun Reşid, biraz daha düşünmüş; “Elbette veririm…” deyince Şibli hazretleri, “O hâlde bir bardak su bile etmeyen servetine itimat edip güvenme!”
Bu misal karşısında Halife ağlamaya başlamış. “Bana bir nasihat daha eder misiniz ya İmam?” deyince bu seferde şu ibretlik nasihati yapmış:
“Halife hazretleri! Siz suyun başındasınız, Allahü teâlâ Peygamber efendimizden beri akıp gelen bu tertemiz İslamiyet suyunun bekçisi olmayı size nasip etti, SAKIN BU SUYA PİSLİK KARIŞTIRMA! Karıştırılmasına da müsaade etme!” Beklemediği bu ibretlik talep karşısında Halife; “Ya İmam nasıl pislik karıştırabilirim ki?” diye sual edince, Mübarek buyuruyor ki: “Dine, ibadetlere bid’at karıştırma! Onu olduğu gibi tertemiz olarak muhafaza et, koru…”
- Dersimi aldım Baba hazretleri.
- Bundan sonra çok hizmet edeceksin inşallah! Sakın kafana göre, beklentilere göre konuşma! Ya doğruyu söyle, ya da sus! Ama ağzından asla İslamiyet’te olmayan bir şeyi “oymuş” gibi anlatma! Sırf bunları söylemek için gelmiş olsam bile, kâfi değil mi oğul?
- Âmennâ Efendim! Minnettarım...
Sonra ebediyete uzanan ve huzur veren nazarlarını benden yana çevirip duâ buyurdular. Ellerini semâya açtığında uzun bakardı ve onlar size döndüğünde büyük bir şeyler toprağı sarsmış gibi hissederdiniz. Kara gözleri, yıldızsız bir gece vakti kadar deliciydi. Sohbet etmediğinde semada yakılmış karanfiller dökülürdü sanırdın.
Kaybetme, üzme endişe ve korkularımdan boynumda bir esir halkası, ayaklarımda prangalar var hissederdim ki o yine imdadıma yetişir, çekip çıkarırdı derin dalgınlığımdan. Fazla bir şey söylemesine müsaade etmeyecek kadar vefalı hocamı dinlerken gülümseyen yüzünde, nurdan ve oldukça şeffaf bir tül durur gibiydi. Evveliyatı ve nihayeti olmayan zincirleme bir tablonun zihnimin boşluğunda canlanmasıydı her şey…
Hülasa, seve seve mevt olacak kadar kaçınılmaz bir ruhi güzellik abidesiydi Hasan Baba hazretleri.
Koçkans’a girdiğimizde öğle vakti de yeni girmişti. Hafızlar, Ezân-ı Muhammediyi okudu, atlarımızı alarak bir çimenliğe götürürlerken iki üç gün içinde yaşadığımın tesirinde kanatlanıyor sanıyordum kendimi…
         EN BÜYÜK “AŞK!”
Fâni dünyada her insanın muhtelif sevdası olur ya... işte Lütfü Hocanın da öyle büyük bir aşkı vardı. O da; Mekke-i Mükerremeye Beytullah’a gidip Hacerü’l-Esved’e yüz sürme, Medîne-i Münevvere’ye varıp Mescid-i Nebevî’nin içindeki Şebeke-i Saadette Resûlullah’ın, sallallahü aleyhi ve sellem, huzur-u âlîlerinde bir an bile olsa bulunma, o havayı iliklerine kadar teneffüs edip o yerlerde gezinme, okuyup duâ etme, bütün kalbiyle o SEVGİLİNİN hatıraları izinde dolaşıp yalvarmak istiyordu... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.