“Aşk, irade için ilk basamaktır” diyen hocası geldi aklına...

A -
A +
Şairler, dünyayı ve nefsi terennüm eden kelimelerle oyalanmakta, hem kendini, hem de okuyanı aldatıp yanıltmaktalar!..
 
Hedefine yürüyen katarlar, asırlardır ilerliyorlar yılmadan, yorulmadan, bıkmadan, usanmadan… Bildiklerini hazine sananların içi boş küplerindeki, heybelerindeki malumatları ile kemal mertebesini izah etmede çok eksikler. Bu noksanlıklarını görememek onlara ne nefes aldırıyor, ne de nefislerini terbiye edebiliyorlar. Maneviyatta yükselmeyi unutmuş olanlar, aşk meselesini beşerî birleşme ve romantizm ile karıştırmışlar maalesef!..
Şairler, dünyayı ve nefsi terennüm eden kelimelerle oyalanmakta, hem kendini, hem de okuyanı aldatıp yanıltmaktalar. Yazılan aşk tasvirlerine bakınca nefsi tetikleyen, şeytana yardımcı olan hisler; hem kelimelerde, hem de resimlerde ön planda... Marifet kapısına erişmek kâbiliyetini basit sözlerle izaha kalkışmak münevverlere yakışmazdı zaten.
“Aşk, irade için ilk basamaktır” diyen Hocası aklına gelince, hemen yüzü al al oluyordu Lütfü Hocanın.
Bildiğimiz insanın insana aşkı, diğer bir ifadeyle romantizm, kişinin kendini arayışı, HAKİKİ AŞKI buluşu değildi. Şahısta egoizmi yok eden tek şey aşktı ama o basamağı geçmesi kolay olmuyordu.
Başkasını düşünme, onunla bir bütün olma, ortak hareket etme, cezbe ve muhabbet kapısına, sabır sofrasına davet olan ilâhî aşk derecesine yükselmek, büyük emek istiyordu, terlemek icap ediyordu. Geceleri onu düşünmeye başlamak ise, şahsiyetini bulmanın ilk basamağıydı.
Konuşma; şuurun ifadesi, tasvir; ruhun ispatı, aşk ise kalbin hürriyete açılan anahtarıydı da herkese nasip olmuyordu.
 
Gurbettedir ilimiz,
Hakkı anar dilimiz,
Silahımız duâdır,
Boş çevrilmez elimiz.
 
Gösterilme parmakla,
Yol alınmaz durmakla,
Dışarıdan sormakla,
Belli olmaz hâlimiz.
 
Ârifler gâfil olmaz,
Yollarda yaya kalmaz,
Açılırsa hiç solmaz,
Toz pembesi gülümüz.
 
Ele etmeyiz minnet,
Mürşidden gelir himmet,
Bırakmaz bizde zimmet,
Şehit olur ölümüz.
 
Din gayreti güderiz,
Hak yolunda gideriz,
Nefsle cihad ederiz,
Ehl-i sünnet yolumuz.
 
Hac için karar verdiğinden beri bir hâl olmuştu Lütfü Hocaya. Yerinde duramıyordu. İstiyordu ki, hac farz olanları alıp götüre, vazifelerini noksansız yapıp döneler.
Maalesef köylülerde tarifsiz bir endişe ve de korku vardı. Çok arzulu olanlar bile ilk adımı atamıyordu. İd’de bütün alışverişini yaptığı ve pek sevdiği arkadaşı, Nafız Turan da, “Lütfü Hoca gidiyorsa ben de giderim…” deyip hazırlıklarına başlamıştı ki bir haber duyuldu:
“Müftü, Narman Hacılarını ÇAVUŞOĞLU şirketiyle ve başlarında da Hasankale Müftüsü olacak şekilde organize etmiş…”
Haber Lütfü Hocaya ulaştığında hiç şaşırmadı. Öyle ya koca müftü duruyorken bir dağ köyü imamının milletin önüne düşmesi olabilecek şey miydi? Onunki zaten fahri hizmetti. Oldukça ihtiyar olan köylüleri yeterdi. Daha kalabalığın mesuliyeti büyüktü. Allah muhafaza, o kadar masraf ve zahmetten sonra bir de HACI olmadan dönmek, insanı kahrederdi. Çavuşoğlu Seyahatin başı ve yapılacak işler de hep ayarlanmıştı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.