DEMOKRASİNİN YOLU

A -
A +

Çok partili hayatın fiilen yaşandığı 1908-1918 arası göz ardı edilse bile 1923-1945 Tek Parti Dönemi’nden sonra yeniden çok partili hayata geçiş tarihimiz 1945’tir.

Cumhuriyet idaresinden 3 yıl önce ise TBMM kurulmuştu.

1945’te II. Cihan Harbi bitmiş, dünyada dengeler değişmiş, İngiltere, süper güç olarak yerini ABD’ye bırakmış, ABD’nin karşısında SSCB mevzilenmiş ve daha sonra sözü çok edilecek olan Soğuk Savaş dönemi başlamıştı… Bu gelişmeler, kapitalizm-komünizm saha kapma yarışıdır. Mevzubahis yarışta devletler, yerini belli edecektir. Bu safhada Washington, Ankara’ya telkinlere daha doğrusu diplomatik baskılara başladı:

Çok partili hayata ve böylece demokrasiye geçilmesi ve Sovyetlere karşı Batı’nın yanında yer almak, ortaya konan şartların en önemli iki maddesidir. Böylece 1945’te partiler kurulmaya başlandı. Bunu 1 yıl sonra Marshall Yardımı, onu da 1952’deki NATO üyeliği takip edecektir. Önceki yıllara ait biri muvazaalı, danışıklı iki küçük parti denemesi sayılmazsa Cumhuriyetten sonraki ilk çok partili seçim 1946’da yapıldı. CHP, o meşhur seçim hilesi "açık oy-gizli tasnif" oyunuyla şaibeli bir şekilde iktidarına devam etti. 1950’de ise DP’ye karşı seçimleri kaybetti. Bir daha iktidar olamadı. Ancak birkaç kere koalisyon hükûmetlerinde yer aldı.

Demokrasi mazimiz noktasından şunlar da söylenebilir:

1876’da ilk anayasamız olan Kanun-ı Esasi yapıldı. Bunu seçimler takip etti. 1908’de II. Meşrutiyet ilân edildi. Partiler kuruldu. Sosyalist Parti bile vardı.

Demokrasi tarihimiz, Meclis esas alınırsa 1876’ya, partiler esas alınırsa 1908’e, 1920’de TBMM’ne ve uzun bir inkıta, sekteye uğrama döneminden sonra da 1945’e yine çok partili hayata dayanır.

Demek oluyor ki Türkiye demokrasisinin yolu, 1876’da İstanbul’dan 1908’de Resne’den, 1920’de Ankara’dan, 1945’te Washington’dan geçmiştir. Diyarbakır, bu güzergâhın hiçbir safhasında yoktur. Böyle bir şart ve mecburiyet de yoktur. Olmaması bu güzide şehrimiz için bir eksiklik ve kusur da değildir.

Buna rağmen eski ve yeni politikacılar, Diyarbakır atıflı olarak rüşveti kelâm edip, zımnen yâni örtülü biçimde, niyeti belli olanları ümitlendirmekte ve kendilerine de yol açmaya çalışmaktalar. Bu lüzumsuz konuşmanın ilkini, Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın “3 hatamdan biri” dediği Mesut Yılmaz yaparak "Avrupa Birliği’nin yolu Diyarbakır’dan geçer!" demişti. Bu talihsiz laf, öylece kaldı ama o günlerde çok tartışıldı.

Bu defa ANAP Genel Başkanı Yılmaz’ın dediğini CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, özneyi değiştirerek tekrarladı. O’na göre "demokrasinin yolu Diyarbakır’dan geçer!"

Bu sözün mantığı nedir?

Bir talihsiz lakırdı ikinci el olarak neden tekrar edilir?

Diyarbakır, oldum olası kıymetli bir şehrimiz ve ecdattan intikal eden bir medeniyet mirasıdır. Fakat AB veya demokrasi için imtiyazı yoktur. Vardır demek bölücü teröristlerin iddialarına hak verme anlamına gelir. Kemal Kılıçdaroğlu, eğer, "Demokrasinin yolu Diyarbakır annelerinin rızasından, duasından geçer!" deseydi bu anlaşılırdı. Sözde tezi ise alâkasız bir ifadedir ve hiçbir değeri yoktur. Zira bu çıkış, 2023 seçimlerinden ümidi kesmiş olmanın bir ruh hâli olarak görünüyor. Bölücü partiden yüz çeviren ve çevirecek seçmeni, kazanmak adına telaffuz edilmiş ve fakat önü ardı hesap edilmemiş zarar getirecek bir cümledir.

Sorumlu siyasette durup-düşünmeden akla geldiği gibi konuşulamaz.

Türkiye, artık istiklâlin tam sahibidir.

Bundan böyle:

Demokrasinin yolu, vatandaşın vicdanı, seçim sandığı ve Ankara’dan geçer…

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.