PİŞMANLIĞIN BEDELİ

A -
A +

15 yıl kadar evveldi; Menderes Türel, Antalya B. Ş. Bld. Başkanıydı. Hizmetlerini anlatmak için basın mensuplarını Antalya’ya dâvet etmek yerine kendisi İstanbul’a gelmişti.

5-6 kişi, Sn. Türel’in dâvetlisi olarak Fer’iye Lokantasında öğle yemeğindeydik. Çeşitli şeyler konuşuluyordu. Bizimse içimizde Sultan Abdülazîz Hân’ın şehadetinin hüznü kendini hissettiriyordu. Sultan, 30 Mayıs 1876’da hal edilerek Fer’iye Sarayı’na kapatılmıştı. 4 Haziran 1876 günü sabah namazını kıldıktan sonra Kur’ân-ı kerîm okurken aslında cunta ajanı olan birkaç bahçıvanın pencereden girip her iki elinin bileklerini kesmeleri neticesi kan kaybetmekle 46 yaşında iken vefât etmişti…

Yemektekilere bunları açmadık.

Başka bir mevzuu dile getirdik:

Bulunduğum yerden o günkü adıyla "Boğaziçi Köprüsü" görünüyordu. Masada konuşmalar hararetlenmişti. Biz, ortaya öylesine bir soru attık:

-Şunu merak ediyorum; vaktiyle "köprüye hayır!" diye nümayiş yapanlar, bugün arabalarıyla şu köprüden geçerken acaba ne düşünüyorlardır?

Mehmet Ali Birand, sol yanımda oturuyordu.

Eliyle koluma vurarak aynen şunu dedi:

-Sorma!.. Ben, o eşekliği yaptım! Daha beterini de yaptım. Bir insan, idam edilsin diye yürüyüş yapılır mı? Adnan Menderes, idam edilsin diye yürüyenlerin en önünde ben vardım. Ancak; ben, "Demirkırat Belgeseli"ni de bu sözlerle bitirdim!

Merhum Birand’a atfettiğimiz bu sözleri, kendisi hayatta iken de hem yazmış ve hem de ekranlarda dile getirmişti.

Şüphesiz ki pişmanlık, insanî bir vasıftır, hatadan dönmedir. Atalarımızın "peşimanlık" dedikleri pişman olmak, özür dilemek fazilettir…

Bu hâtırayı niçin bir kere daha naklettik?

Şu sebepten:

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve eşi Emine Hanım’ın, Ukrayna seyahati dönüşü korona hastalığına yakalandıkları ortaya çıktı. Haberi, Sn. Erdoğan, bizzat kendisi verdi ve hastalığın hafif seyrettiğini, evden çalışmaya devam edeceği bilgisini paylaştı...

Vak’a işitilir işitilmez vatandaşlardan yağmur gibi dua ve geçmiş olsun dilekleri yağdığı gibi yabancı devlet adamlarından da geçmiş olsun mesajları ulaştı. Hatta onlardan biri de Yunanistan Başbakanı Miçotakis idi. 5 asır boyunca bir arada yaşadığımız Rumlar, daha sonra Batılı malûm sömürgeci devletler tarafından isyana teşvik edilmiş ve neticede Yunanistan kurulmuştu. 1830’dan beri de arkasındaki güçler, O’nu bize karşı hep kullanageldiler. Bu yüzden Yunan yetkililer, yaptıklarının doğruluğuna inansalar da inanmasalar da Ankara’ya sık sık sataşırlar. Hâl bu iken Sn. Kiriakos Miçotakis, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve refikasının salgın hastalığa yakalandığı haberini işitince hemen üstüne düşen komşuluk ve insanlık vazifesini ifa etti…

Birtakım sosyal medya kullanıcılarının ise kendi, Cumhurbaşkanlarına, ülkelerinin seçilmiş devlet reisine karşı sosyal medyanın bataklık bölgesinden atmadıkları çamur kalmadı. Tabiî ki polis, failleri yakaladı.

Onlara sorulsa ki "Yunanistan düşman mıdır?" Tereddütsüz "evet" derler. "Yunanistan Başbakanı da düşman mıdır" diye tekrar sorulsa yine aynı cevabı verirler.

Tezat ve ibretlik manzara ortadadır:

Düşman olduğuna inandıkları bir memleketin yine düşman saydıkları üst yöneticisi, Cumhurbaşkanımıza "geçmiş olsun" dileklerini gönderirken düşmanlık ihtirasıyla zehirlenmiş bazı Türk yurttaşları, ülkenin başındaki insana bir hastalık ânında bile hakaret edebilme fütursuzluğunu gösterebiliyorlar.

Bu yüz kızartıcı eylem, insanî ve İslâmî hasletlerden mahrûmluğun en kat’î delilidir. Bu suçu işleyenler, bu gençler nerelerde yetişiyor, yetişmelerinde ne gibi eksiklikler var ki başkasının hastalığını kendileri için şenlik sebebi saymaktalar?

Şuna eminiz ki onlardan da bazıları, hatta belki çoğu, 10 sene 20 sene… sonra kendilerine Birand’ın kelimesiyle hakaret edeceklerdir.

O söz, pişmanlığın bedelidir…

Sn. Erdoğan’ın hastalığının duyulması üzerine yalnızca vatandaşlarımızdan ve yabancı devlet erkânından değil, bizdeki parti başkanlarından da geçmiş olsun dilekleri geldi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan da isimlerini sayarak genel başkanlara ayrı ayrı teşekkür etti.

Olması gereken buydu.

Yoksa büyük noksanlık olurdu.

Bu olayda hastalananın kim olması değil, hangi sıfatı taşıdığı önemlidir.

Bir başka kimse de CB olabilirdi.

O hâlde hadiseden ders çıkartmalı:

Siyasetçilerimiz, birbirlerini gerektiğinde en ağır sözlerle yerebilirler. Lakin durulacak yer unutulmamalı. Tenkîd, düşmanlığa sıçramamalı. İslâm âlimlerinin, kıymetli eserlerinde verdikleri şu nasihat, ömrün yol haritasıdır:

-Birine kızdığınız zaman ağzınıza geleni söylemeyin; gün gelir onunla dost olur ve mahcup olursunuz! Birini sevdiğiniz zaman da her sırrınızı açmayın; gün gelir aranız bozulabilir, bu defa da mahrem bilgileriniz başkasının eline geçmiş olur…

Yâ hep, yâ hiç! demek kaybettirir.

Sevgili Peygamberimiz -aleyhisselâm- "hayr, orta yoldadır" buyurmaktalar.

Hâce-i kâinatın bu buyruğu, kulağa küpe olmalı…

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.