YILDIRIM’DAN VAHİDEDDİN’E!..

A -
A +

İsmi gibi yıldırım tabiatlı olan Yıldırım Bayezıd Han, 28 Temmuz 1402’de Ankara’da cereyan eden meydan muharebesinde Timur Güregen’e karşı ağır bir mağlubiyet aldı. Esir oldu. Devlet, "fetret" denen bir kargaşa dönemi yaşadı. Şöyle bir fikir yürütmek mümkündür: Belki de böyle bir mağlubiyet yaşanmasaydı Devletin o sür’atli yükselişiyle sadece Konstantiniyye değil, Roma da fethedilecek ve Vatikan ve Papalık Osmanlı hâkimiyetinde olduğundan Papa’nın güdümündeki  İspanyol Krallığı, Endülüs’ü yıkamayacak, Müslümanları kazıyıp gönderemeyecekti…

İki büyük Türk Devlet Reisi Yıldırım Han’la Timur Han’ı karşı karşıya getiren esas sebep cihangirlik gâyeleridir. Fiilî vaziyet farklıdır. Karakoyunlu Hükümdarı Kara Yusuf ve Celayirli Hükümdarı Sultan Ahmed, Timur’dan kaçıp Yıldırım’a sığındılar. Erzincan Beyi Mutahharten de vergi vermemek için Yıldırım’dan kaçıp Timur’a sığındı.

Bu ilticalar üzerine karşılıklı elçiler gidip geldiyse de  gergin hava yumuşamadı. Üstüne üstlük Yıldırım Bayezıd Han, Timur Han’a ağır mektuplar yazdı. Hakaretler yenir-yutulur gibi değildi. Netice, Osmanlı Ordusunun Timur Ordusuna mağlubiyeti ve Padişahın esir olması şeklinde tecelli etti. Sultan Yıldırım Bayezıd Han, yaşadığı acıya dayanamayarak hapiste iken vefat etti.

49 yaşındaydı…

Yıldırım, bir kahraman mıydı?

Şeksiz ve şüphesiz kahramandı.

Mektuplardaki üslup hatalı mıydı?

Hatalıydı…

Dediğimiz gibi; bu kardeş cengi olmasaydı Osmanlı Devleti, tarihte daha başka zaferlere imza atabilirdi. Onlar bir yana yıkılmaktan zor kurtuldu.

Hâl bu ise Yıldırım Bayezıd Han, hain midir?

Asla ve kat’a!

Zira; yazışmalar, tek sebep değil!..

VI. Sultan Vahideddin Han’a gelince:

Sultan Abdülhamid Han’ın iktidarındaki ilk bir buçuk ve son bir yılıyla "Reşad" unvanlı Sultan V. Mehmed’in  bütün iktidar döneminde olduğu gibi Vahîdeddin Han’ın iktidar döneminin tamamı da meşrutî idaredir. Türkiye, mutlak saltanat idaresini bırakarak 1876’da anayasaya, meclise dayalı meşrutî rejime geçmişti. II. Meşrutiyette ise seçimler ve çok partili hayat da başladı. Padişah, artık sembol şahsiyet olmuştu. 24 Temmuz 1908’den itibaren Hanedan, Padişah değil, darbe ile işbaşına gelen Alman güdümlü İttihad u Terakki parti ve rejimi iktidardadır. Sultan Vahideddin, 4 Temmuz 1918’de tahta çıkmıştı. I. Dünya Harbi’nin akıbeti açıkça görülüyordu. 11 Kasım 1918’de bitecek olan bu harp, dört yıllık bir mücadeleden sonra Almanlar ve O’nun müttefiki Osmanlı devleti aleyhine şekillenmişti. Vahideddin Han, tahta geçince İttihadçı aleyhtarı olduğu için bu partinin iktidarı istifa etti. Lider ve mühim kadroları bir süre sonra da yurt dışına kaçacaklardır. 13 Kasım 1918’de ise İngilizlerle müttefikleri İstanbul’u işgal ettiler. Sultan, yerinde fakat göz hapsindeydi. Padişah, İstanbul’un işgalden zarar görmemesi ve İstanbul’u boşaltmaya zorlanmanın önüne geçmek için siyaset üretiyordu. Payitaht, İstanbul’dan taşınırsa bu şehir elden çıkar ve bir daha kazanılamazdı. İstanbul düşerse Anadolu da düşerdi. Bu sebeple işgalcileri oyalıyordu.

Sevr’i ise her türlü baskıya rağmen asla imzalamadı. Kanun-ı Esasi/Anayasa gereği Padişah tasdik etmediği için de o paçavra, proje olmayı aşıp andlaşma vasfını hiçbir zaman kazanamadı. Hâlbuki Meclis-i Meb’usan, Misak-ı Milliyi 28 Ocak 1920’de kabul etti. Bu millî karar Sultan Vahidedin Han tarafından tasdik edilmiştir.

TGRT’de Entelektüel Boyut ismiyle TV programı yaparken 2 Eylül 1997 tarihinde de Bülent Ecevit’i misafir ettik. Canlı yayındaki konuşmamız sırasında eski Başbakan Ecevit, Sevr için bir ara "Sevr Andlaşması" diye bir cümle kullandı. Biz, derhal bu yanlışlığa müdahale ederek "Sayın Ecevit, biliyorsunuz devlet reisi tasdik etmediği için Sevr dayatması bir andlaşma değil projedir!" dedik. Bunun üzerine Bülent Ecevit de "Evet, onaylanmamıştır. Bu sebeple andlaşma değildir. Projedir" diyerek sözünü düzeltmiş, hakkı teslim etmiştir. Aradaki fark şudur, işgalci emperyalistlerin baskısı altındaki Meclis, taslağı kabul etmiş fakat Padişah, onu reddettiği için yürürlüğe girmemiş ve Türkiye’yi, bağlayıcı bir metin olmamıştır.

Ayrıca; Sultan Vahideddin Han’ın Mustafa Kemal’i Anadolu’ya gönderdiğini, bunun bir devlet projesi olduğunu her namuslu tarihçi kabul etmekte ve yazmaktadır. Bunu eski Başbakan Ecevit de dile getirmiştir. Tarihçi Murat Bardakçı ise olayı "19 Mayıs Bir Devlet Projesi" adıyla kitaplaştırmıştır. Hey’eti, Samsun’a götüren gemi, kalabalık bir kadro ve binek atlarıyla bir otomobili alacak kadar büyük ve sağlam bir deniz taşıtıydı. Seyahat, İngiliz işgal komutanlığına isyanları bastırmak maksadıyla yapılıyor denerek vize alınmıştır. Mustafa Kemal’in seçilmesinde şunun payı önemlidir: Mehmed Vahideddin, Veliahd iken Berlin’e bir ziyaret yapar. Bu gezideki yâveri Mustafa Kemal’dir. Tarih, tarih yapanlarla etkileri arkada kaldıktan sonra gerçek hâliyle yazılır…

Padişahın ülkeyi terkine gelince. Bazı kaynaklar şöyle derler: Bir gece sabaha karşı Yıldız Sarayı’na baskın yapıldı ve Sultan, geçici süreliğine yurt dışına çıkarılacağı bahanesiyle yerinden alındı. Ayrıca içeriden de Ali Kemal’e atıfla tehditler geliyordu.

Gitmese, dirense daha mı iyiydi?

Daha iyiydi!

Canını da verebilirdi. Lakin direnmenin, Rumeli’nin kaybından sonra İstanbul ve Anadolu’nun kaybına da yol açacağını düşünmüş olabilir. 36 Padişah’ın her birinin eksik ve hataları olabilir.  Fakat hiçbiri hain değildir. Nitekim ne Vahideddin Han ve ne de aile efradı gurbette perişan vaziyette iken bile Anakara Hükûmeti aleyhine tek kelime etmemişlerdir.   

Yıldırım Bayezıd’a hâin denemez, Mehmed Vahideddin’e de hâin denemez. Ahlâklı, namuslu tarihçiler gibi CHP eski Genel Başkanı ve eski Başbakan Bülent Ecevit de bizim programdan sonra basına "Vahdettin, vatan haini değildir!" diye konuşmuştu…

Son cümle:

Tarihçi  Mehmed Niyazi Özdemir  ağabey, bir gün ziyaretimize gelmişti. Sohbette başkaları da vardı. Şunu anlattı, bu anlattığı belki kitaplarından birinde de vardır. Veya başka meclislerde de anlatmıştır:

-Bir toplantı sırasında Reis-i Cumhur Gazi Mustafa Kemal’e yaveri gelir ve kulağına bir şeyler söyler. Mustafa Kemal’in üzüldüğü fark edilir, gözlerinden yaşlar akar. Sofradakilere "Vahdettin ölmüş!" der ve ilave eder: "Vatansever insandı!.."

Hakan Halife, 16 Mayıs 1926’da San Remo’da öldüğünde mahallenin bakkalı, tabuta haciz koydurur. Veresiye borçlar, kapatılamamıştır…

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.