“Size bakın ne anlatacağım...”

A -
A +
“Oluyor bu hatırayı sizinle paylaşalı bir on sene… Ama o gün dün gibi hatırımda...”
 
Sade ama birbirinden güzel avizelerin aydınlattığı geniş salon ne hoş kokuyordu... Kapıdan içeri girdiğimizde yalnız olmadığımızı fark etmiştik. İçimizde birbirini tanıyanlar olduğu gibi hiç tanışmadıklarımız da vardı. Kiminin rahatsızlığı, kiminin heyecanı, kiminin sevinci yüzünden okunuyordu. Onu beklemek bile beklemeye güzellik katıyordu. Nihayet işte kapı açıldı. Hepimiz çocuk gibi heyecanlıyız. Gülümseyen gözleri, ferahlatan sözleriyle tek tek hatırımızı sordu Enver Abiler… Salonda kendine ayrılan kanepeye otururken;
“Size bakın ne anlatacağım” dediler:
“Bugün cuma değil mi? Vaktiyle bir beldede herkesin tanıdığı bir zat varmış. Cuma günleri tanısın tanımasın herkese şöyle sorarmış: “Cumaya nasıl giderim?” Herkesin aklından aynı duygular:
“Bu adamın böyle sorması tuhaf değil mi?” Neyse birkaç cümle ile tarif ediyorlarmış. Adam teşekkür edip yoluna gidiyormuş. Ertesi hafta yine... Kime rastlarsa rastlasın. Aynı şehirde olmasına rağmen soruyor: “Söyler misiniz, cumaya nasıl giderim?” Fesüphanallah. Yahu bu adam bizimle dalga mı geçiyor? Neyse... Yine kimi gülerek, kimi öfkelenerek; kimi “Git işine” gibi tersleyerek cevap veriyormuş. Adamda öfkeden eser yok. Hiç kimseye karşılık vermiyor... Sanki vazife gibi her cuma esnafa, bakkala, kuyumcuya önüne kim çıkarsa soruyor... Nihayet bir gün içlerinden biri merak etmiş:
“Arkadaşlar, bu adam bizim buralı. Deli desen değil, el desen değil. Hepimiz biliyoruz. Ama bu niçin her cuma bize bu soruyu soruyor? Bu işte bir tuhaflık yok mu?”
Dinleyenler cevap vermiş:
“E biz de ona soralım!”
Ertesi cuma bu defa herkes onun yolunu gözlemiş... Nihayet beklenen an gelmiş. Esnafın ileri gelenleri, bir adım öne çıkıp sormuş:
“Hem buralısın, hem hepimizden akıllısın ama her cuma bize cumaya nasıl gidileceğini soruyorsun. Niye böyle yapıyorsun?”
Adam anlamlı gülen gözleriyle ahaliyi süzdükten sonra tane tane cevap vermiş:
“Anladınız nihayet... Cumaya nasıl gidileceğini elbet ben de biliyorum.” Sonra daha bir ciddileşmiş: “Ama bakın! Ben size bildiğimi dahi soruyorum. Ya siz? Siz bilmediğinizi bile sormuyorsunuz. Ne biçim insanlarsınız?”
Biz bu menkıbenin bir cümlede saklı engin manasını idrak etmeye çalışırken Enver Abiler o hepimizi kendimize getiren tembihini gönüllerimize nakşediyordu:
“Nasıl ama... Yazmaya değer bir hatıra değil mi?”
Mekânı cennet olsun…
          Nurullah Yıldız-İstanbul
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.