AİLE ÖĞÜT

A -
A +
Suçu gelin etmişler, kimse güvey olmamış!..
 
 
Günaydın Kazdağları
 
Kar kokulu serin bir rüzgâr yüzünü yumuşacık okşuyordu. Gece çadırın üzerini örten yıldızlar silinmiş yerini masmavi gökyüzü almıştı. Cırcırların uğultusu Zeytinli Deresi’nin sesiyle bir olmuş birlikte şarkı söylüyorlardı. Göz kırpıyordu utangaç güneş ulu çamların arasından. Hemen yakındaki köyden horoz sesleri geliyordu. Ekmek kokuyordu. Köy kadınları fırın yakmışlardı anlaşılan. ‘Bugün köye gitmeli’ diye geçti aklından…
Yatıyordu gözlerini çadırın tavanına dikmiş. Düşlüyordu yedi asır önce develeri, kazları ve keçileriyle bu dağları tutan Türkmenleri. Bir deve sırtında ya da boncuklu bir Türkmen anasının kucağında yollar aşıyordu. Yoldur ya Türkmen’in ana yurdu. Toy düğünler koca koca ateşler arasında bir küçük Türkmen çocuğu olup koşturuyordu. Âşıklar dinliyordu, masallar duyuyordu ninelerin ağzından. Kâf Dağı'nın ardından ejderler, şahmeranlar, kırklar, Hızırlar çıkageliyordu. Rüyalardan rüyalara koşuyordu kıl çadırda kilimler, testiler, heybeler arasında uyurken bulutlardan sekiyordu altında koskoca bir Asya. Ta Çin ilindeki Sarı Deniz’den bizim Akdeniz’e uzanmış koca yurt. Kara kazanlar kaynıyordu obanın ortasında ılık ılık duman akıyordu göğe doğru. Derenin serin suyunda servi boylu genç Türkmen kızları çamaşır yuyuyordu.
Mehmetalan’dan bir alaca kuş gagasında bir zeytin dalı süzüldü güneşte lacivert lacivert balkıyan Edremit Körfezi’ne doğru. Başı ak bulutlara değdi, sağ kanadının gölgesi Midilli’ye solununki Ayvalık eline düştü. Alaca kuş vurdu kendini güneye uçtu altı bizim denizle doldu denizde balıklar gördü, gemiler gördü...
Düşlüyordu, kar kokulu rüzgâr öperken yüzünü sabahleyin. Zeytinli Deresi’ne pembe pembe zakkumlar düşüyordu yamaçlardan. Zümrüt gibi ışıldayan büvetlerde kurbağalar saklanıyordu oyuklarda, kahverengi balıklar aceleyle yüzüyordu. Zeytinliğin orta yerindeki ulu çınar, zaman eskimeden önce buralar Türkmen’in yaylağıyken duyduğu bağrı yanık bir türküyü öğretiyordu kırlangıçlara.
Ah dağlar, canım dağlar! Neler gördünüz neler kim bilir? Hepsi şu eteğinizde kırıntı gibiydi Akha, Hitit, Rum ve Türkmen… Bir varmış bir yokmuş denir ya masala başlarken, hâlbuki masal sandığımız gerçeğin ta kendisiymiş. Bir büyük harabe şu dünya biz bir varız bir yokuz...
Düşlüyordu dün, bugün, yarın demeden. Köyden keçileri yaylaya çıkarıyorlardı, ekmek kokusu büsbütün sarmıştı vadiyi. Obalar kalktı göçe. Kalktı doğruldu. Obalar gitmekte dağlara. Gitmeli ekmek almalıydı köyden. Obalar sofra serdi, kazanlar kaynadı. Biraz zeytinyağı biraz domates belki biraz kekik… Obalar kervan düzdü. Hey yalan dünya hey koca Türkmen hey. Çadırın kapısını açtı gerindi serinliği içine çeke çeke.
‘Günaydın Kazdağları’ dedi, ‘bak ben geldim!’
                  Volkan Topalak
 
ŞİİR
 
 
             Türkiye’m!
 
Ay Yıldızlı bayrağına kurbanım
Her taşına toprağına kurbanım
Dalındaki yaprağına kurbanım
Tek varlığım sensin ancak Türkiye’m!
 
Senden ayrı senden uzak düşmüşüm
Ben o yüzden yaşayarak ölmüşüm
Bir bakarsın sana geri dönmüşüm
Kalbimdeki yanan ocak, Türkiye’m!
 
Senin için tüm dağları aşarım
Çocuk gibi kucağına koşarım
Ben gurbette nasıl mutlu yaşarım
Yüreğime gam dolacak, Türkiye’m!
 
Mert millete gül vatana hasretim
Cennet gibi şu cihana hasretim.
Minarende her ezana hasretim
Özlem beni hep yakacak, Türkiye’m!
 
Ecel beni erken bulursa yaman
Yad ellerde öksüz koymayın aman
Vatanıma gömün beni o zaman
Ruhum senle var olacak Türkiye’m!
 
Acım büyük dert bu kalbimi dağlar
Beni yalnız garip olanlar anlar
Mütaliboğlu için için çok ağlar
Gözyaşları hey akacak, Türkiye’m!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.