Bilginin neresinde duracağız?

A -
A +
ATASÖZÜ
 
Altın ateşte, insan mihnette (dert ve bela) belli olur...
 
Her ne kadar Fuzuli meşhur beytinde “Aşk imiş her ne var âlemde, ilim bir kıyl ü kal imiş ancak” (Âlemde esas olan aşk imiş, gönül ileymiş, ilim bir dedikodudan ibaretmiş) anlamında söylese de tarih boyunca bilgili olmak bir erdem, bir üstünlük, bir farklı olma ve güç unsuru olmuştur. Bilginin niceliği, niteliği ve yönü değişse de bilgi hep insanoğlu için temeldir. Kimileri ömrünü vermiş bu yolda, kimileri parasını; kimileri ise oldukça durağan kalmış bilgi karşısında. Peki insanoğlu bilgiye ulaşmak isterken veya ulaştığında bilginin neresinde duracağının bilgisine varmış mıdır? Kanaatimce bilgiyle olan durumumuzdaki esas problem bu noktadadır.
Platon ve Aristo gibi filozoflarda bilgi, kişinin kibir bataklığına batmasına sebep iken Sevgili Peygamberimiz döneminde “doğru bilgi” hakikate düşmanlığı ortaya çıkarmış. Aynı bilgi Peygamber Efendimizden “sallallahü aleyhi ve sellem” itibaren insanlık için huzurun vesilesi hâline gelmiştir.
Yunus Emre şiirlerinde ilme çok önem vermiş, “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir/Sen kendini bilmezsen/Ha bir kuru emektir” demiştir. Mevlana; Hacı Bektaş-ı Veli gibi sembol isimler ve mutasavvıflar hep ilmi insanlığın huzuru için işaret etmişlerdir.
17. yüzyıldan bu yana ise bilgi, insanların dünyadaki her şeyi elde etmesinde ve yaşamasında bir araca dönüşmüştür. Bilginin teknolojiye aktarımı her türlü sömürünün zemini olmuştur.
Netice olarak bize lazım olan bilgi, öncelikle bizi Allahü teâlâya vardıran ve rızasına kavuşturan mıdır? Her şeyi olması gerektiği şekilde kullandıran bir bilgi midir? Kendini bilmenin bilgisi midir? Yoksa ukalalığımıza, kibrimize, hakikate körleşmemize sebep bir bilgi midir?
Bilgiyle olan ilişkimize ve bilginin neresinde duracağız sorusuna kendi dünyamızda doğru cevaplar bularak yeniden başlamalıyız hayat yolculuğuna.
         Fatih Toprak-Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
 
 
 
ŞİİR
 
                 Eyüpsultan'da...
 
Eyüp’te ezan vaktinde uçuşmaz kuşlar
Dualar yükselir Arş'a doğru
Şevkle uyanmış kabir ehli zikre başlar
Hû diyen sesleri duyulur Hû
 
Görünmeyen bir cemaatle dolar saflar
Döner imanla Kâbe’ye doğru
Huşû ve hudû içinde imama uyar
Hû diyen sesleri duyulur Hû
 
Göklere açılır merhametli avuçlar
Ulaşılmaz âlemlere doğru
Sırla dolu şadırvanlarından feyz akar
Hû diyen sesleri duyulur Hû
 
Yalnız cami avlusunda dinlenir ruhlar
Bir yol uzanır kıbleye doğru
Asırlık çınarların dibinde uyurlar
Hû diyen sesleri duyulur Hû
 
                            M.S.T.
 
 
 
 
FAYDALI BİLGİLER
 
ESHÂB-I KİRÂM: Peygamber efendimizin mübarek yüzünü görmekle, tatlı sözlerini işitmekle şereflenen Müslümanlara, “Eshâb-ı kirâm” denir. Peygamberlerden sonra, gelmiş ve gelecek bütün insanların en hayırlısı, en üstünü Ebû Bekr-i Sıddîkdır “radıyallahü anh”. İlk halife budur. Bundan sonra insanların en üstünü Fârûk-ı a’zam, ikinci halîfe Ömer bin Hattâb, sonra en üstünü ve Resûlullahın üçüncü halîfesi, îmân, hayâ ve irfân kaynağı hazret-i Osmân bin Affân “radıyallahü anh”, bundan sonra insanların en hayırlısı, dördüncü halîfe, şaşılacak üstünlükler sâhibi, Allahü teâlânın arslanı Alî bin Ebî Tâlib'dir “radıyallahü anh”...
Resûlullahı seven kimsenin, Onun Eshâbının hepsini de sevmesi lâzımdır. Çünkü bir hadis-i şerîfte buyuruldu ki: “Eshâbımı seven, beni sevdiği için sever. Onları sevmeyen kimse beni sevmemiş olur. Onları inciten beni incitir. Beni inciten de, Allahü teâlâyı incitmiş olur. Allahü teâlâyı inciten kimse, elbette azap görecektir.” Başka bir hadîs-i şerîfte de “Allahü teâlâ, benim ümmetimden bir kuluna iyilik yapmak isterse, onun kalbine Eshâbımın sevgisini yerleştirir. Onların hepsini canı gibi sever” buyuruldu. Peygamberimiz vefât ettiği gün, Medîne şehrinde 33 bin Sahâbî vardı. Sahâbîlerin hepsi, yüz yirmi dört binden fazla idi.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.