Yardım etmekte akarsu gibi olmak...

A -
A +
 
Hiçbir kimse “benim kimseye ihtiyacım yoktur” diyemez. Çünkü insan tek başına anlamsızdır. Ne tarafa bakarsak bakalım bütün sosyal ilişkilerde bu böyledir. İnsanların ister istemez bir başkasının gücüne, parasına, fikrine muhtaç olduğunu görürüz.
İnsanların birbirine muhtaç olmaları, karşılıklı yardımlaşmaları gerçeğini doğurur. Yardımlaşma, toplum hâlinde yaşamanın doğal bir sonucudur. Hem başkaları ile yaşamak hem yardıma ihtiyaç duymamak imkânsızdır. Bunun için güzel dinimiz de yardımlaşmayı, bütün maddî ve manevi hayatımızı kapsayacak şekilde en geniş sınırları ile ele almış ve dinî-ahlâkî bir görev olarak ortaya koymuştur. Zekât vermekten, tatlı söz ve güler yüzle davranmaya kadar her şeyin iyilik kapsamına alındığını düşünürsek, dinimizin yardımlaşma sınırını ne kadar geniş tuttuğunu daha iyi kavrarız.
Yardımlaşmanın özünde aslında bir bakıma fedakârlık vardır. Maldan sevgiye kadar her şeyin bir başkasıyla paylaşılması onun da istifade etmesine vesile olmak vardır. Bu “verme” işi, bazen, zekât ve fitrede olduğu gibi mecburi olsa da, çoğu zaman tamamen isteğe bağlıdır.
Yine zekât belli bir miktarda verildiği hâlde sadaka vermenin sınırı yoktur; dileyen dilediği kadar verir. Böylece Müslümanlar arasında en geniş manada yardımlaşma yapılır.
Bu maddî yardımın dışında, insanlar başkalarına söz ve davranışları ile de iyilik yapmak, onlara sevgi ile bağlanmak zorundadır. Bu da medeni insanın görevidir. Öyle ki günümüzde hiçbir iyilikte bulunamayan bir insanın eliyle diliyle başkalarına zarar vermemesi bile iyilik (sadaka) sayılmıştır. Kaldı ki bizim geleneğimizle örtüşen dinî inancımız, fedakârlık duygularını o kadar hassaslaştırmıştır ki, değil yardım etmek, gerektiğinde evladımız, gerektiğinde öğrencimiz için canımızı bile feda edebilmişizdir.
Yardımlaşma eğer ki asırlar ötesinden insanlığa çağrıda bulunan Mevlâna Celaleddin-i Rumî'nin arzu ettiği gibi tüm insanlığı kaplasa, insanlar birbirine yardımda akarsuların çağıldaması gibi, süreklilik gösterse, toplumda asla sıkıntı, asla haset, asla çalıp çırpma, terör vs. olmaz. Çünkü insanlar birbirine yardım ettiğinde, tüm insanlar meselelerini, dertlerini çözmüş, ihtiyaçlarını gidermiş olur...
          Cemile Zeynep Kutman-Sivas
 
 
ŞİİR
 
                    GEREK
 
Kaçacak yerimiz yok kalbimizden başka,
Teslimiyetle varılır hakiki aşka.
İstikamet düzelmeli, demeden keşke.
Selâmete giden yolu bulmamız gerek.
 
Düşünmedik kendimizden başka kimseyi.
Sürekli amacımız, doldurmak keseyi.
Musibetten akla düşen pay-ı hisseyi,
Nasibimiz nispetinde almamız gerek.
 
Kafese konmuş göçmen kuşlar gibiyiz.
Ağzımız kapalı, eli kelepçeliyiz.
Görünmeyen bir avcının hedefindeyiz.
Birlik olup zincirini kırmamız gerek.
 
Nimetlerin içindeyken şükrü unuttuk.
İsraf haddini aştı, denizi kuruttuk.
Oysaki evvelden mazluma umuttuk.
Bir an evvel özümüze dönmemiz gerek.
 
Bir büyük imtihandayız gelir Halik’tan.
Can serveti aziz elbet, maldan varlıktan.
Kurtulup boş heveslerden bayağılıktan,
O'nun yüce divanına durmamız gerek.
                                     Zuhal Güzel
 
 
 
UNUTULMAZ İSİMLER
 
ÂŞIK PAŞA: On dördüncü asrın ünlü mutasavvıf şairlerinden. 1272’de Kırşehir’de doğdu. Babası Muhlis Paşa, Osman Gazi’nin maiyetinde, âlim ve fazıl bir zat olup, Ehl-i sünnet itikadındaydı. Asıl adı Ali olup Sultan Osman ve Orhan Gazi zamanlarında yaşadı. Din ve tasavvuf bilgilerini Kırşehirli Şeyh Süleyman Efendi'den öğrendi.
Devlet işlerinde ehliyet sahibi olan Âşık Paşa, bir süre Mısır’da elçi olarak bulundu. Mısır dönüşü 1333’te Kırşehir’de vefat etti. Mimari bakımdan bir şaheser olan türbesi, halk tarafından ziyaret edilmektedir. Orhan Gazi zamanında şöhret sahibi olmuştur. En meşhur eserlerinden olan Garîb-nâme; muhabbet, marifet, ruhun vasıfları ve hasletleri ve benzeri dinî ve tasavvufi konulara dair on bab (kısım) üzerine tertip edilmiş kıymetli bir kitaptır. Türk tasavvuf edebiyatının büyük eserlerindendir. Eser, “tıpkıbasım, karşılaştırmalı metin ve aktarma” olarak Prof. Dr. Kemal Yavuz tarafından Türk Dil Kurumu Yayınlarınca 2000 yılında 4 cilt olarak yayımlanmıştır. Eser 12.000 beyte yakındır. Mevlâna Celaleddini Rumi’nin Mesnevi’si gibi aruzun “Failatün Failatün failün” kalıbıyla yazılmıştır.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.