Tarih, bekleyenleri affetmez...

A -
A +
Aristo'dan Kant'a, Engels'ten Marx'a kadar Batı irfanında sürekli aranan ve bir türlü ulaşılamayan; devşirme bir medeniyet ile aransa da asla erişilemeyen kayıp insanlık...
Buğulu sislerin karanlığında çığlıkları bomba sesleri arasında kaybolan sabilerin arkasından dans ederek alkış tutanlar acaba insanlığın yüz karası değilse nedir?
"Dünyanın Kargaşası dört şeye oldu bina,
Ben yiyeyim sen yeme ben iyiyim sen fena!"
Mütefekkir Roger Graudy, Siyonizm’in katliamlarını anlattığı eserleri sebebiyle yeryüzünden silinmeye çalışıldığında susan insanlık, bugün milyonlar silinirken de bir “elveda” veya “merhaba”ya bile sırt çeviriyor.
Batı'nın hiçbir zaman tedavi edemediği ve zaten hiçbir zaman öğrenemediği insanlık, "Yüz Karası" olarak; ölümün kıyısında can çekişiyor. 20. yüzyılın müstesna yüreklerinden Aliya İzzetbegoviç, bin dört yüz senedir giderek artmaya devam eden karanlığı ve eriyişi, ne eksik ne fazla, gözler önüne seriyor:
"Her şey bittiğinde hatırlayacağımız şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır!"
Doğu ve Batı'nın ortak ruhla tanımladığı "İnsanı, insana, insanla ve insanca anlatma sanatı" olan tiyatronun soğuk perdeleri kalktığında, "Ölümü, ölüye, ölümle ve öldürerek" anlatan zulmet perdesi hâline büründüğü, tekrar tekrar ortaya çıkıyor.
"Bir gün anlarsın, ölüler niçin yaşarmış" diyor şair Karakoç…
 Ölümün tedrisatından geçen muhtaçların sükûta hapsedilmiş ıstırabını dile getirecek sanatkârlar, senaristler nerede? Acıyla savrulan gözyaşları selinin Suriye ve Irak'ta Fırat'a, Dicle'ye dökülüşünü; Doğu Türkistan'dan Mescid-i Aksa'ya saçılan nefret sancılarını ibretle gönlünde dokuyup dünyayı aydınlatacak olanlar hani, nerede?
Ezansız semtlerin müezzinsiz minarelere uzandığı; Haçlı-Siyonizm ittifakıyla Orta Doğu'da oluk oluk, sicim sicim kanların aktığı, beşikte kan şerbetiyle hayata tutunan ve yüzlerini kan kokusuyla boyayan zavallı çocukların acı tebessümünün yankılandığı buruk ve yaralı ümit çığlıkları... "Uyan ey Anadolu, ey azizler diyarı!"
Tarih, bekleyenleri affetmiyor...
            Cüneyt Akçatepe  
 
 
 
ŞİİR
 
    ÇOCUKLARIMIN ANNESİNE
 
     -Anneler bir gün değil her gün özeldir-
Çocuklarımın annesi Rukiye
Geçmiş anneler günün kutlu olsun.
Allah'ımdan bana güzel hediye
Canım anneler günün kutlu olsun.
 
Anneler günü seninle daha güzel
Sen benim için çok özelsin özel
Sen olmayınca yaşlar gözümde sel
Canım anneler günün kutlu olsun.
 
Gel de şu gözlerimle bir bak sana
Neler anlatacak neler baksana
Seni çok seviyorum anlasana
Canım anneler günün kutlu olsun.
 
Celal der; geldim sana selam ile
Muhabbetimi anlattım kelam ile
Sana yazdım aşkımı kalem ile
Canım anneler günün kutlu olsun.
 
  Celal Tikbaş-İldem-Melikgazi/Kayseri
 
 
 
 
GÜZEL YURDUMUZ
 
MUŞ: Türklere Anadolu’nun kapısını açan Malazgirt Zaferinin kazanıldığı, her tarafı tarihî ve tabiî güzelliklerle dolu olan ilimiz. Doğudan Ağrı, kuzeyden Erzurum, batıdan Bingöl, güneyden Bitlis, güneybatıdan Batman ve Diyarbakır illeriyle çevrilidir. Trafik numarası 49’dur. İsminin kaynağı olarak su ve nehirlerin bolluğu sebebiyle şehre “bol su” anlamına gelen “Muşa” denildiği belirtilmiştir...
Muş yüksek ve dağlık bir bölgede bulunur. Muş Ovası, Iğdır Ovasından sonra doğunun en geniş ovasıdır. Uzunluğu 80, genişliği 25 km’dir. Yüzölçümü 1650 km2’dir. İlin en büyük akarsuyu Murat Irmağıdır. Bu ırmak Fırat Nehri'nin en önemli koludur. Murat Irmağı Ağrı Aladağlardan doğar. Muş ekonomisinin temeli tarım ve hayvancılığa dayanır...
Muş ilinde eski çağlardan bu yana birçok millet ve medeniyetler gelip geçmiş ise de Anadolu’yu Türk vatanı yapan 1071 Malazgirt Zaferinden bu yana Türk-İslâm kültürü bölgeye yerleşmiş ve diğer kültürler unutulmuştur.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.