Gücünün idrakinde ülke: Türkiye

A -
A +

Ukrayna’da taşların yerinden oynamasıyla birlikte Türkiye merkezli baş döndürücü bir diplomasi trafiği yaşanıyor. Savaş hâlindeki iki devletin dış işleri bakanlarının ilk kez bir araya gelmesi elbette çok değerli ama her şey güllük gülistanlık da değil.

Bu buluşmalar barışa giden yolu açmasalar bile, harp sahasında insani koridorların açık tutulmasından tutun da insani yardım faaliyetlerinin koordinasyonuna kadar birçok alanda sahaya katkı sunabilirler.

Açık kaynak istihbarat bilgileri, Rusya’nın Ukrayna sahasına sınırda gerçekleştirdiği yığınağın tamamını Ukrayna içlerine soktuğunu söylüyor. Bu durumda Rusya’nın bir kazanım elde etmeksizin ateşkese rıza göstermeyeceği aşikâr. Lakin unutulmaması gereken bir husus da işgal uzadıkça ve Rusya politik ve askerî hedeflerine ulaşamadıkça Ukrayna sahasındaki askerlerini iskân ve iaşe etmesi, savaşın lojistiğini sürdürmesi her geçen gün daha da zorlaşacaktır.

Her ne kadar Putin kendisinin Ukrayna topraklarında bir kurtarıcı gibi karşılanacağını düşünerek bu harekâtı başlatmış ise de şu an içinde olduğu pozisyon bir kurtarıcıdan daha çok, mücadele edilmesi gereken habis bir tümöre dönmüş vaziyettedir.

Yaklaşan bahar ayları ile birlikte Rusya’nın askerî hareketliliğinin uzunca bir süre ana ikmal hatlarına mahkûm olacağını, sahanın başkaca bir alternatife imkân sağlamayacağını şimdiden söylemek mümkün. Tüm bunlar da Rusya’nın Ukrayna sahasında çok daha kırılgan olacağını bize göstermektedir.

Rusya’ya yönelik uygulanan yaptırım ve izolasyonlar bu yaz ayından itibaren Rus ekonomisinde çok büyük sarsıntıların yaşanmasına neden olabilir. Rus halkı bu izolasyonlardan katlanılması mümkün olmayacak derecelerde etkilenir ve sahadan da kötü haberler gelmeye devam ederse, asıl sorunlar sanırım o zaman başlayacaktır.

Her ne kadar ‘Rusya’da Putin’in koltuğu ancak Putin’i saran çevre isterse sallanır, aksi mümkün değildir’ diye basma kalıp cümleleri tekrar edenler çok olsa da Rus siyasi tarihi pek de öyle söylemiyor. Rus siyasi tarihi, başarısızlık ile sonuçlanan savaşların ülkede nasıl siyasi çalkantılara yol açtığının misalleri ile dolu.

1853 tarihindeki Osmanlı-Rus Kırım Harbinde Rusların yenilmesi Rus İmparatoru II. Aleksandr’ın Rusya’nın muharebe sahasında Batı’ya göre ne kadar kötü olduğunu görmesini sağlamıştı. Bunun sonucunda II. Aleksandr’ın ortaya koyduğu devrim niteliğindeki uygulamalar belki başka bir yazının konusu olabilir.

Keza 1904-1905 yılları arasındaki Rus-Japon harbi, Rusya’da başarısız bir devrimin sahne almasına yol açmıştı. Keza şimdilerde Japonya’nın Ukrayna sahasından gelen görüntüler sonrası yüksek sesten Kuril adalarının Japon toprağı olduğunu seslendirmesi tesadüf olabilir mi?

Birinci Dünya Savaşı yenilgisi ile de 1917 Ekim Devriminin gerçekleştiği ve tüm coğrafyada bugüne kadar devam eden bir sürecin başladığına yine yaşayarak şahitlik ediyoruz.

1979 yılındaki Afganistan işgalinin Sovyet İmparatorluğu’nun çöküşüne ve bugünkü Rusya’nın ortaya çıkışına da zemin hazırladığı akılda tutulursa, Ukrayna sahasında Rusya’nın alacağı bir mağlubiyet son derece önemli sarsıntıların yaşanmasının da kapısını açabilir.

Putin, Ukrayna ordusu içindeki subaylara meşru Ukrayna yönetimine karşı darbe çağrısı yapsa da kendisinin de bir Kremlin darbesine maruz kalmayacağının bir garantisi yok.

 

Avrupa’nın enerji arayışları

 

Bugün Avrupa’nın akaryakıt olarak yüzde yirmi beş, doğalgaz olarak da yüzde kırk civarında Rus gazına bağımlı olduğunu biliyoruz.

Avrupa, yaşananlar karşısında enerji ihtiyacını Rusya’ya bağımlı olmaktan kurtarmak istiyor.

Bunun için birçok formül masada.

Dünyada taşınan petrolün yaklaşık yüzde yetmiş beşinin tanker gemiler vasıtası ile taşınıldığı dikkate alınırsa, Rus petrolünün alternatif kaynaklardan tedarik edilmesi doğalgaza göre daha kolay. Dünyada doğalgaz tedariki ise yüzde seksenlerin üzerinde boru hatlarına tabi ve bu anlamda Rus doğalgazına alternatif oluşturmak Avrupa açısından kısa vadede pek mümkün gözükmemekte.

 

Avrupa ne düşünüyor?

 

Başta nükleer enerjinin yeşil enerji statüsüne alınmasından yeni santrallerin kurulmasına ve Doğu Akdeniz ve Azerbaycan ile Türkmenistan gazının Avrupa’ya ulaştırılmasına kadar epey kapsamlı bir plan konuşuluyor.

İsrail Cumhurbaşkanı Herzog ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in ziyaretleri başta olmak üzere, Yunanistan Başbakanı Mitçotakis ile Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un ziyaretleri Avrupa’nın enerji ihtiyacının karşılanması anlamında son derece önemli.

Her ne kadar İran bu konuda oluşan boşluğu doldurmaya son derece niyetli gözükse de İsrail’in bu konuda teyakkuzda olduğunu ve İran’ın bu konuda devreye girmesinin karşılığında Viyana’da devam eden nükleer müzakerelerinde bir taviz verilmesini istemediğini biliyoruz.

Ayrıca İran’ın Türkiye ile müzakere etmeksizin bu konularda el yükseltmesini anlamak da mümkün değil. Elbette doğalgazını LNG olarak sıvılaştırılmış vaziyette Basra Körfezi üzerinden Avrupa’ya ulaştırmayı düşünüyorsa o kendi bileceği iş.

 

Türkiye ne yapmalı?

 

İsrail, Mısır, Körfez ülkeleri ve Azerbaycan üzerinden Avrupa’ya gaz ve petrol getirilecek ise, Türkiye öncelikli olarak KKTC, Suriye, Irak ve Libya siyasetinde farklı bir seviyede diplomasi geliştirmeye başlamalıdır.

Bugüne kadar bu alanlarda Türkiye’nin ortaya koyduğu siyaset Türkiye lehine güçlü bir zeminin oluşmasını fazlasıyla sağlamıştır. Türkiye kendisi için son derece avantajlı hâle gelen konjonktürü, işte bu zemin üzerine inşa etmeyi mutlaka başarmalıdır.

Bunun da yolu, yukarıda saydığım bölgeler üzerinden yeni bir kazan-kazan siyasetinin sahaya sürülmesinden geçmektedir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.