Güzel çizgi filmdi… “Heidi... hayyyyyyyyyyydiii... deine welt sind die bergeee, Heidiii, Hayydiii…”
Çocukken Heidi’yi izleyenler, Alp dağlarının o özgür ruhlu, al yanaklı kızıyla içten içe bir bağ kurmuştur mutlaka. Hani şu ayakkabı giymeyi sevmeyen, çıplak ayakla dağ bayır dolaşan sevimli kız… Ama gelin görün ki, Heidi’nin bu ‘özgürlük’ hâli belki de sadece bir tercih değil, gözlerden kaçan büyük bir acının simgesiydi.
Heidi’nin yazarı Johanna Spyri, 53 yaşındayken kaleme aldığı bu hikâyede aslında İsviçre’nin o dönem ‘konuşulması bile tabu olan’ bir yarasına parmak basıyordu: Verdingkinder, yani “sözleşmeli çocuklar.” Daha açık bir ifadeyle; yoksul, yetim, gayrimeşru ya da “uygunsuz” ailelerden gelen çocukların, kilise ve devlet eliyle çiftlik sahiplerine âdeta kiralanması ya da satılması.
Bu çocuklar çıplak ayakla gezerdi. Çünkü “ayakkabıya layık görülmezlerdi.” Ayrıca normal çocuklardan böyle ayırt edilirlerdi. Ne kadar acı bir şey değil mi?
Bu sistem, sanılanın aksine çok da eski değil. 1981 yılına kadar tamamen yasaklanmadı!.. Ve İsviçre Devleti, bu çocuklardan resmî olarak ancak 2013 yılında özür diledi.
Çok az kişi sesini çıkarabildi bu düzene karşı. Onlardan biri de yazar Carl Loosli’ydi. Küçük yaşta bir çiftliğe verilmiş, tacize uğramış, çocukluğu çalınmıştı. Büyüdüğünde yazdığı her satıra içindeki isyanı döktü ama ne yazık ki yaşarken pek ciddiye alınmadı. Ressam Albert Anker ise tablolarında sık sık çıplak ayaklı çocuklara yer verdi; susanlara karşı fırçasını konuşturdu. 2011’de filmi bile yapıldı…
Ve bir gün geldi, Heidi’nin çıplak ayakları artık sadece masum bir çocukluk hayali değil, bastırılmış bir utancın sesi oldu.
Halime Gürbüz'ün önceki yazıları...