Suça karışan çocukların suçu ne?

A -
A +

Şu mübarek ramazan günleri salt bizi kendimize getirmekle kalmıyor, çevre duyarlılığımızı da artırıyor. TV ve gazete haberlerinde yaygın olarak yer alan suç makinesine dönüşmüş insancıkları ibretle izliyoruz. Suça Karışan Çocukları ve Ailelerini Koruma Merkezi’nin (KORDEM), Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi ile Ege Üniversitesi’nin birlikte gerçekleştirdiği bir çalışmanın sonuçları, çarpıcı ve aydınlatıcı bilgileri ortaya koyuyor.

 

Suç işleyen 331 çocuğun %90’ı erkek. Suça karışan bu çocukların %70’i arkadaşları yüzünden suça bulaşmış. %12’si ekonomik zorluklarından ama %7’si psikolojileri bozulmuş hâlde iken suç işlemiş. Demek ki, yoksulluk, kötü alışkanlıkları olan bireylerin bulunduğu aile ortamı, konusu mafya yöntemli filmler ile kötü dizileri izlettirme onların gerçeği ayırt edememelerine yol açmış.

 

İlk kez suça yönelmiş bu çocuklar o denli masum ki… Kimileri o an bir arkadaşıyla eğlenirken kendisini suç olan hareketin ortasında buluyor. Bazıları para bulduğu an, kendince takdirle karşılanacağını sanıyor. Kimileri ihtiyaçlarının zorlamasıyla, parasal sıkıntılarından dolayı ihtiyaç temini amacıyla o meşum hareketi yapmış. Bazıları ise felekten bir an yaşayabilmek istemiş. Lao-Tzu “Başkalarını bilen kimse bilgili, kendini bilen kimse akıllıdır” diyor. Oysa içlerinde, yaptığının suç olduğunu bilmeyen, fark etmeyen o denli çok ki…

 

%49’u ilköğretimi terk etmiş. Bunların %14’ü elan ilköğretim okulu öğrencisi durumundadır. %12’si ilköğretim okulu mezunu olduğuna göre, ancak ¼’i ortaöğretim ve yüksek eğitime yönelik diyebiliriz. Çünkü çocuk yaşlarda oldukları için, yaşları gereği zaten ancak orta öğretim çağında olabilirler.  

 

Suç türlerine göre %78’i hırsızlık, %3,3’ü gasp, %2,1’i madde kullanmak veya satmak, %2,7’si ise yaralama ve öldürme davranışları içinde olan bu çocukların; aile gelirine göre %44 oranında asgari ücret ve altında yaşayan, %16 oranında aylık gelirin altında olan, %20’sinin düzensiz gelire sahip 1/5’inin ise yüksek gelir grubunda olan ailelerden oldukları görülüyor.

 

O hâlde; bu çocukların eğitim, sağlık ve geçim giderleri açısından desteklenmesi ve kötü alışkanlıkları olan aileleriyle çevreden korunması gerekiyor. Bu ve böylesi çocukların aileleri tutumlarını değiştirmeli, gerçekten bu konularda cahil olan anne ve babalar o çocuklarını döverek sorgulayacakları yerde, uzmanlarla iş birliği içinde kendilerine ve ailelerine çekidüzen vermek durumundadır. Bunu o aileler düşünemese bile devletin ilgili bakanlıkları ve kurumları düşünmelidir. Müeyyideleri yaptırımları ağırlaştırılmış Türk Ceza Yasası ile suç işleyenin yanındaki çocuklar bile ceza alabiliyor. Binlerce çocuğun ceza mahkemelerinde sanık sandalyesinde oturuyor olmasının gerçek nedeni; eğitimli-eğitimsiz ama sorumsuz ve bilinçsiz ana-babaların kurduğu aile ocakları değil midir? Onları gerektiği gibi eğitemeyen, onlara gerekli şefkati gösteremeyen okul, öğretmen, sosyal hayat değil midir?

 

John Stuart Mill, ne diyordu: “Bir ulusun değeri, o ulusu meydana getiren bireylerin değeriyle ölçülür. Ama gelinen şu ortamda ve kediyle köpekle daha yoğun meşgul olunan süreçte üzülmemek elde değil.

 

     Halil Şahin/Emekli Eğitim Müfettişi

 

 

 

 

“Ben bakıma muhtacım, babama nasıl bakayım?”

 

 

 

“Feridun Ağabey, ramazan ayında insan daha bir duygusallaşıyor. Geçtiğimiz günlerde huzurevleriyle ilgili bir yazınız vardı. Orada yaşayan çoluk çocuk sahibi bir teyzenin mektubu beni çok etkiledi. Biz de büyüyoruz. Bu yaşlıların yalnızlıklarını ve huzurevlerinde kalışlarını okuyup işittikçe kendi sonumuz ne olacak diye üzülüp kahroluyorum” diyen İstanbul’dan değerli okuyucumuz Zuhal Hanım, bu konuda duygusallık yaşıyor olmanızı anlayışla karşılıyoruz ancak birincisi günümüzün şehir hayatında nasıl ki her şey değişim ve dönüşüme uğramışsa aile geleneği de değişimden illa ki etkilenmiştir. O yarım asır öncesinde eve gelin gelip kaynana ve kaynata ile birlikte yaşayıp aynı ailede bir iki neslin bir yuvayı paylaşma geleneği neredeyse tarih olmuş durumda. Hele kentlerde bu gelenek istense de olamayacak bir realite. Çünkü o gelenekte geniş avlulu bahçeler vardı. Her bir köşede her bir evladın evi vardı. Aileler bu geniş avlu içinde yaşardı. Gündüz ortak yaşanır gece oldu mu herkes kendi evine çekilirdi. Şimdi apartman hayatında herkesin bir dairesi var. Eskisi gibi nine ve dede çoluk çocuğuyla birlikte yaşamıyor. Düğünde bayramda bir araya gelinse de ebeveynler ile ikinci kuşak arasında irtibat kalmıyor. Kendine bakamaz hâle gelen -hele de eşlerden biri vefat ettiğinde- naçar durumda kalan ebeveyni alıp bakmak gibi bir durum “alışılmadık büyük bir sorun” olarak ortaya çıkıyor.

 

İkinci ve çok daha önemli bir gerçek de insanların ömür yaş ortalamalarının yükselmesi. Eskiden insanlar 50-60’lı yaşlarda vefat ederken şimdi insanlar maşallah seksene hatta doksana kadar yaşıyor. Bu yaşın son on yılı genelde bakıma muhtaç olarak geçiyor. Ama bu yaşlı insanların çocukları da yaşlanıyor. Dolayısıyla birincisi ebeveynler sağlıklı iken ikinci neslin yanında yaşamadığı için bakıma muhtaç olduğunda da onlarla birlikte uyuşum olmuyor. İkincisi de ileri derecede yaşlanan ebeveynlerin çocukları da yaşlanarak onlara bakamaz yaşa geldiği için huzurevleri kaçınılmaz oluyor. Aslında bir önemli ihtiyacı da karşılıyor. Geçenlerde haberlerde “hayırsız evlat babasına bakmıyor” diye bir haber yayınlanmıştı. Adam doksan yaşındaydı. Ona bakması istenen hayırsız (!) kızını bulup konuşmuştu haberciler. Meğer kızı dedikleri kadıncağız yetmiş küsur yaşındaydı ve o da kendine bakamaz hâldeydi. “Ben kendim bakıma muhtacım babama nasıl bakayım” diyordu. Eğri oturup doğru konuşalım. Günümüzde şehir hayatında yaşlananlar için huzurevi bulabilmek bile neredeyse bir şans olmuştur. Saygılarımızla. F.A.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.