Ağla Ey Gönül!.. Kimi zaman insan, kelimelerin yetmediği bir yerden başlar konuşmaya…
Bir damla gözyaşıyla… Sessizce, içe doğru akan bir nehir gibi… “Ağlayabilirseniz, anlayabilirsiniz.” diyordu Necip Fazıl, Reis Bey filminde.
Ağlamak… Yalnızca gözlerden süzülen tuzlu bir su değil, kalbin taşlaştığı yerde oluşan bir çatlak, ruhun sustuğu yerde yükselen bir feryattır. Gerçekten anlayanların dili, çoğu zaman gözyaşıyla açılır. Çünkü bazı hakikatler sadece ağlayarak öğrenilir.
Bir çocuk düşer, ağlar… Sonra ayağa kalkmayı öğrenir.
Bir anne sabahlara dek ağlar… Sonra dua etmeyi öğrenir.
Bir adam, kalabalıkların ortasında sessizce ağlar… Sonra sabretmeyi öğrenir.
Ağlamak, aczin değil, insanlığın en mahrem göstergesidir.
Çünkü ağlamayan hissedemez. Hissetmeyen sevemez. Sevmeyen anlayamaz. Anlamayan da zaten yanmaz.
Hazreti Mevlânâ’nın dediği gibi: “Mum ağlamadıkça, alev gülmez.” Yani alevin parıltısı, mumun eriyişinden doğar. Işık, fedakârlıktan doğar. Gülümsemek için evvela ağlamak gerekir. Zira bir insanı “aydınlatmak” isteyen, önce kendi içindeki karanlıkla savaşmalıdır. Ve bazen bu savaşın en sessiz zaferi, gece vakti dökülen tek bir damla gözyaşıdır. Gözyaşı, kalbin abdestidir. Sabahın aydınlığını görmek isteyen, gecenin yükünü omuzlamalıdır.
Ama ne yazık ki bizler hep güçlü görünmeye çalışıyoruz. Ağlamamakla övünüyoruz. Zannediyoruz ki gözyaşı zayıflıktır. Hâlbuki gerçek güç, kimsenin görmediği bir köşede, sadece Yaratan’a anlatılan bir derdi taşıyabilmektir. Ey gönül! Kendine haksızlık etme.
Kendini susturma. Geceleri ağlamaktan utanma. Çünkü ağlamazsan anlayamazsın. Anlamazsan yanamazsın. Yanmazsan ışık olamazsın. Gülmek istiyorsan, önce ağlamayı göze al. Sevmek istiyorsan, acıya yer aç. Işık olmak istiyorsan, önce erimeyi kabul et.
Ey gönül! Bu çağda her şey görünmek üzerine kurulu… Parlamak, önde olmak, alkışlanmak…
Ama kimse bilmez ki asıl iş, görünmeden aydınlatmakta gizlidir. Tıpkı mum gibi… Gecenin derinliğinde sessizce ağlar ama başkasına ışık olur. Sen de bir mum gibi ağla ey gönül… Kimse duymasa da ağla. Kimse bilmeden dua et. Ve sabah olduğunda, tıpkı hiçbir şey olmamış gibi umudunla gülümse. Unutma, gözyaşı, gönlün konuştuğu dildir. Ve bazen bir damla, bin kelimeden daha çok şey anlatır.”
Selman Devecioğlu
Pazar yerlerinde, mahalle aralarındaki dükkânlarda sahte, taklit, kalite belgesiz, kanserojen ham maddeler kullanılarak yapılmış ayakkabı, tişört, çorap, kap kacak vb. ürünler serbestçe satılıyor. Normalde bunlara izin verilmez. Bizde ipin ucu kaçmış görünüyor. Başkent Ankara'nın tam göbeğinde ulu orta her türlü korsan kitap serbestçe satılabiliyor. 81 vilayetin, 930 ilçenin semt pazarlarında hiçbir kalite belgesi olmayan kablo, fiş, priz, sigorta, ütü, saç kurutucu, mikser, matkap ve benzeri ürünler herhangi bir denetlemeye veya yasal engellemeye maruz kalmıyor... Böyle kuralsız bir pazarda sistem ayakta kalamaz... Kimi Uzak Doğu ülkelerinden ithal edilen fiyatları piyasa fiyatlarından çok ucuz standart dışı rezistans, kondansatör, anahtar, bobin, kablo gibi nice parçalar merdiven altı atölyelerde birleştirilip uyduruk markalarla satılıyor. Evinizdeki su ısıtıcısı, çaydanlık, ütü, süpürge, kurutucu vb. aygıtlara yakından bir bakınız. TSE, CE, ISO belgeleri yoksa asla kullanmayınız... Marka ürünlerden şaşmayınız.
Uzak Doğu ürünü birçok kablo bakırdan değil. Plastik aksamlar ise tamamen kanser tetikleyici. Düşünün her elektrik tesisatında bulunması şart olan kaçak akım koruma rölesinin yüzde 90'ı böyle yerlerden geliyor ve asla koruyucu olmuyor, nice canlar hiç umulmadık anda bu sahte ürünlerin kurbanı oluyor. 45 yıldır elektrik, elektronik işleri yapıyorum. Devlet acilen vahamete el koymalıdır. Piyasanın yüzde 90'ı standart dışı ürünlerin elindedir. Bu ürünlere karşı vatandaş da bilinçlendirilmelidir.
Ali Özdemir-Uzm. Elektrik Öğretmeni
Anlat Derdini Feridun Ağabey'de önceki yazılar...