İletişim, kabul edelim ki bu yüzyılın en sihirli sözcüğü olmaya aday... Sınır ve coğrafya farkı tanımayan, meslek ve işkolu ayırt etmeyen bir ihtiyaç. Bilgi edinim için, güç kazanmak ve kâr etmek için, reklam ve tanıtım için artık bu sözcük özel bir konuma kavuştu. Mesleki ve sosyal hayatta başarının ön şartı oldu." Bu cümleler Ernst&Young Eğitim Danışmanı Sevi Çetiner'e ait... Gerçekten de, 'sözel iletişim'deki hüner, sıradan ekonomik gerçekleri sunan konuşma ustalarını 'guru' yapıveriyor iş aleminde. 'Görsel iletişim'de yakalanan karizmatik kıvılcımlar insanların beyinlerini bir anda avuçlarına alıp yönlendirebiliyor, hayran kitleleri oluşturuveriyor. Ya yazılı iletişim, ya yazı? Görüş ve düşünceleri, araştırma ve incelemeleri, bilgi ve yeni gelişmeleri okuyanların önüne sunan yazılar, raporlar, anılar, görüşler vb... Eminim sizin de elinizden bırakamadığınız, bir an evvel bitirmek için uykusuz bir gece geçirdiğiniz kitaplarınız olmuştur, bunun yanı sıra hâlâ masanızın üstünde, yatağınızın baş ucunda bekleyen ya da çoktan kütüphaneye kaldırılmış yarım kitaplarınız da vardır. Sorun ve cevabını şöyle açıklıyor Çetiner: Potansiyel okuyucuya ya da muhataba anlatmak ve aktarmak istediklerimizi yazıya en iyi nasıl dökeriz? İlham, disiplin ve egzersiz Bir yazıyla okuyana, onun anlayabileceği kadarını değil de anlatmak istediğimizin tamamını net bir biçimde nasıl aktarırız? Nasıl kavratırız? * Güzel bir yazıda size aktarılmak isteneni apaçık görürsünüz. Sözcükler, sessiz okurken bile kulağınızda tını olur. Yazı size 'Ne kadar da kolay yazılmış' duygusu verir. Böylesi bir keyifle size sunulan bilgileri bir daha zor unutursunuz. * Güzel bir yazı emek, çaba ve disiplin ister. * İyi yazı, ilham da gerektirir ama temel şart, egzersizdir. * Önce yazı dilinizi iyi öğreneceksiniz. Buna sıkı bir gramer bilgisi, zengin bir sözcük dağarcığı ve güncel tanımlar eklenecek. * Her konuda yazacak, gözden geçirip yeniden yazacak, kısaltacak, redakte edecek, yeniden yazacaksınız. Yazı mükemmel hale geldiğinde zaten kendini size tanıtacaktır. Artık ondan tek sözcük bile atamayacak veya ona tek bir ilave sözcük sıkıştıracak bir yerini bulamayacaksınız. Okuyan, hedefinizi anlayacak; anlatmak istediğiniz zorlanmadan okuyanın belleğine, yargısına, bilgi dağarcığına ulaşacaktır. Taklitten kaç! * Sürekli yazma ve sıkı çalışma sonucunda artık en uygun sözcüğü seçme arayışı, bir çaba gerektirmeden otomatik hale gelecektir. Düşüncelerinizin kağıda dökülüşündeki kolaylık ve rahatlık sizi de şaşırtacaktır. Zaman içinde yazıdaki benzetmeler daha renkli hale gelecek, gelişen sözcük hazinenizle kendinize göre bir 'yazılı iletişim' üslubuna kavuşacaksınız. * Başarılı yazabilmek için iyi bir okuyuculuk, titiz bir dil çalışması ve sürekli deneme egzersizleri şart ama yeterli değildir. Özgüven, taklitten kaçınmak, konuyu dağıtmamak ve okuyucuyu etkilemek adına zoraki sözcük kullanımlarında bulunmamak, mükemmellik yolundaki diğer kilometre taşlarıdır. Çetiner'in de dediği gibi; etkin iletişim, iş hayatında başarının temel öğeleri arasında sayılmaktadır. Bu kapsamda, etkili konuşma ve beden dilini iyi kullanmanın yanı sıra yazılı iletişimdeki ustalık da çok önemlidir. Müşteriye karşı düzgün kaleme alınmış bir mektup, teklif, sözleşme taslağı, eğitim notu, talep vb. sizi onun yanında siz yokken de temsil eden vekilinizdir. Verilecek hüküm sizi doğrudan bağlayacaktır. Yazdıklarınız firmanınız da imajını temsil etmektedir. Yazı çok özen ve dikkat ister. Çünkü yapacağınız hatalar kalıcı olacağı için yazıda, sözel iletişimde olduğu gibi "pardon dilim sürçtü" deme şansınız olmaz. İyi bir okuyucu ol! Bunun için de; * İletilmesi gerekli her türlü bilgi, okuyanın yeniden sorular sormasına, açıklama istemesine en az sebeb verecek şekilde belgede yer almalıdır. Yazılı belge, gereksiz her türlü sözcük kalabalığından titizlikle korunmalıdır. En önemlisi, iyi yazabilmenin ciddi bir ön şartının da iyi bir okuyucu olmaktan geçtiğini sakın unutmayın. Şimdi alın kağıdı kalemi elinize ya da geçin bilgisayarınızın başına ve yazmaya başlayın. Sevdiğiniz bir şehri, unutamadığınız bir anınızı, duygularınız, öfkenizi kısacası içinizden gelen her şeyi satırlara dökün. "Sakın ben yapamam" demeyin yazı yazmanın iş ve okul başarınız üzerinde de çok olumlu etkileri olduğunu hep aklınızda tutun. Güzel yazılarınızı bekliyorum... Sevgi sofrasından bir kaşık çorba... Bilge bir kişiye sormuşlar; "Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?" diye. "Bakın" demiş, "göstereyim"... Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlatmış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar. Bilge "Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş. "Peki" demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan. Bunun üzerine "şimdi..." demiş bilge: "Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe." Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıltılı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. "Buyurun" deyince her biri uzun boylu kaşıklarını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını. Böylece her biri diğerlerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan. "İşte" demiş bilge: "Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymamış düşünürse o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır. Şüphesiz bunu da unutmayın. Hayat pazarında, alan değil veren kazançlıdır her zaman..." Pratik, kolay, al kullan at felsefesi Bir çoğunuzun bildiğini tahmin ettiğim bu hikayeyi zaman zaman okumak çok hoşuma gidiyor. Günümüz şartlarına bakınca kaçımız böyle düşünüyoruz acaba, demekten kendimi alamıyorum. Çünkü artık herkesin kıran kırana bir arenada yaşadığını düşünüyorum. Çünkü herkes başarılı olmak için birilerini geçmek zorunda, okulda işte, sokakta... Artık önce kendimiz... Durup şöyle bir etrafıma bakma fırsatı bulduğumda da herkes o kadar telaşlı, o kadar bir şeyleri hızla halletmenin derdinde ki çok zaman vermeyi, sormayı, düşünmeyi, sevmeyi unutmuş yaşıyor... Maalesef hızla tüketen ve tüketilen hayatlar sardı etrafımızı. Şöyle bir düşünün kılık kıyafetimizin pratikliğinden, beslenme alışkanlıklarımıza, izlediğimiz televizyon programlarından, eğlence anlayışımıza, oturduğumuz mekanlara, çalıştığımız ortamlara kadar her şey o kadar gereğinden hızlı değişti ki... Hızlı müzik, hızlı yemek, hızlı alışveriş derken bu durum dilimize bile yansıdı. Kısa, garip cümlelerle kendimizi ifade etmeye başladık, sevgiler hızla tüketiliyor, herkes her gün birine 'aşık'. "Pratik, kolay, al kullan at" diye ifade edilen reklam sloganları gibi yaşamaya başladık ve bu da tüm alışkanlıklarımıza yansıdı... "Hızlı davran, seni geçerler" felsefesi hayatımızın hakim sözcüğü oldu. Aslında kendi sebep olduğumuz bu psikolojiyi de anlamak lazım çünkü hızlı olunca haliyle gereğinden fazla yoruluyor, stresli oluyor insan. O zaman da hırslanıyor, engel tanımak hatta kimseyi düşünmek istemiyor haklı olarak... Sonuç; kendi dahil farkına varmadan her şeyi tüketen üstelik karşılığında da hâlâ mutlu olmayan, hâlâ doyumsuz insanlar... İşte bunları düşününce yukarıdaki hikaye çok anlamlı geliyor bana, çünkü hayatta öyle bir nokta var ki eğer paylaşmayı bilmezsek şöyle bir durup etrafımızdakiler ne durumda demezsek, insan yüzünün aydınlığı, gözlerinin ışıltısı kayboluyor ve insan yine en büyük kötülüğü kendisine yapıyor, huzurunu kaybederek... Biraz durup, dinleneceğiniz, sizinle birlikte nefes alıp veren tüm canlıları fark edeceğiniz bir hafta geçirmeniz dileğiyle..... Sevgiyle kalın... B.A.