Yaşamak bir sanattır!

A -
A +

Hayata başladığımızda her birimize birer blok mermer ve onu işleyebileceğimiz avadanlıklar verilir. Bu mermer bloklarımızı kimimiz; ya el değmemiş biçimiyle ve tüm ağırlığıyla arkamızda sürükleriz, ya parçalayıp çakıl taşı gibi döker, yerlere saçarız, ya da görkemli bir biçimde işleyerek ona ve dolayısıyla kendi hayatımıza örnek oluşturacak bir biçim ve anlamı veririz. Ne denli nitelikli ve hak eder olursak olalım, daha iyi bir hayata ancak; bunu kendimiz için düşleyebildiğimiz ve kendimize, ona sahip olma izni verdiğimiz zaman ulaşırız. Kolay hayat hiçbir şey öğretmez. Başka hayatlar, hepsinden örnekler görelim diye ortadadır. Her güçlü düşünce, kesinlikle hayranlık uyandırıcıdır ve biz onu kullanmaya karar verinceye kadar kesinlikle yararsızdır. Mutluluğa dönüşmeyecek felaket yoktur; felakete dönüşmeyecek mutluluk yoktur. Hayat boyunca karşılayabileceğimiz her kederin sonunda bizi, kesinlikle bir mutluluk beklemektedir. Dünyada kalış süremizi tamamladıktan sonra önemli olan tek şey; sevmeyi ne denli başarabildiğimiz ve sevgimizin ne denli çok kişiye ulaşabilmiş olmasıdır. Jak London "Bir" adlı eserinde ne kadar güzel ifade ediyor hayatın anlamını... Her defasında okumaya doyamadığım satırlardır yukarıdaki alıntı. Her seferinde iç motivasyonumu harekete geçirir, "Ben ne yaptım, nerede geç kaldım, neler yapmak istiyorum?" diye düşündürür beni. Bir yandan geçmişi sorgulatır; öte yandan da kendimi kötü hissettiğimde mücadele gücümü artırır, "hayatı harcamak o kadar da kolay değil" dedirtir. Hayatı harcamak, o kadar kolay olmamalı zaten. Her hayat birbirine de benzememeli. Benzer ilkeleri olabilmeli insanların belki ama, herkeste ayrı bir özellik, farklılık olmalı. İnsanlar içindeki potansiyeli çıkartabilmeli. Hayatlarını bilerek başkalarının ellerine bırakmamalı. Sırf ailesini mutlu edecek diye mühendis olmamalı. Birileri sporu severken birileri de güzel sanatlara meraklı oabilmeli! Geliştirici ortamlarda yetişmeli. İşte ancak o zaman "avandanlıkları ellerinde, mermer bloklarını bir nakış gibi işleyebilirler." Geliştirici diğer bir deyişle gelişime teşvik edici ortamın sonucu, gelişmiş insandır. Hayattan ne istiyorsunuz? Doğan Cüceloğlu'nun da dediği gibi ancak böyle bir ortamda; hayatına anlam veren temel ilke ve değerlerinin bilincinde olan ve bu bilinçle duygu, düşünce ve davranışlarını sürdüren kişiler oluruz. Hayattan ne istediğimizi biliriz. Karşımızdaki insanın da ne istediğini bilir, kendimiz için düşündüğümüz tüm iyi şeylerin, onun da hakkı olduğunu biliriz. Tek kişilik hayatların bizi hiçbir yere götürmeyeceğini anlar, davranışlarımızı ona göre düzenleriz. Önce kendi iç başarımızı yakalayalım. Sağlıklı duygu, düşünüş ve davranışlar ortaya koymamızı, bunları karşı tarafa iletmemizi ve paylaşmamızı kolaylaştıran psikolojik gelişmeler iç başarımıza birer örnektir. Örneğin siz birdenbire hiddetlenen, bu sebeble de çok kere istemeden çevresinizdeki insanların gönlünü kıran birisi olabilirsiniz! Ancak daha sakin ve anlayışlı olma yolunda gösterdiğiniz gayret, iç başarıya bir örnektir. Başarı için tutarlı ve kararlı olmak gerekir. Gelişmiş insan olabilmek ve iç başarıyı yakalamak için de, öncelikle insanı insan yapan bazı değerlerimizin olması ve önce bunları içimize sindirmemiz lazım. İşte o zaman, kendinizi gerçekleştirmek için belirlediğiniz hedeflere ulaşırken gösterdiğiniz çabalardan olumlu sonuçlar alırsınız. Gelişime açık insanların ilkeleri Sabır: Anlık olumsuz duyguların etkisi altında hemen karar verip davranışa geçme yerine; uzun zaman içinde yer alan süreçleri gözleyerek karara varma ve davranma. Onur: Din, ırk, cinsiyet gözetmeden; hangi şartlar içinde olursa olsun her insanın özünün saygıya değer olduğunu kabul etme. Gelişim: İnsanın doğasıyla ilgili biyolojik ve psikolojik süreçlerin gelişim aşamalarından oluştuğuna, her aşamanın kendine özgü özellikleri olduğuna inanma. Potansiyel: Gelişim ilkesinin bir uzantısı. Her insanın bir potansiyeli olduğuna ve gelişerek bu potansiyele ulaşabileceğini ifade eder. Süreç: Gerekli süreçler yer almadan büyümenin olmayacağına, büyüme olmadan gerekli davranışların ortaya çıkmayacağına inanma. Kişisel bütünlük: Kişinin kendini aldatmaması, inandığı değer ve ilkeler çerçevesinde hayatını oluşturması. Kendini adama: Kendinin bilincinde olan kişi, vicdan yeteneklerini kullanarak kendi zayıf taraflarını, gelişmesi gereken yönlerini ya da hayatından atılması gereken tutum ve davranışları belirleyerek daha iyi bir insan olmaya söz verme. Eleştirel düşünme: Kendi düşünce süreçlerimizin bilincinde olarak, başkalarının düşünce süreçlerini göz önünde tutarak, öğrendiklerimizi uygulayarak, kendimizi ve çevremizde yer alan olayları anlayabilmeyi amaç edinen aktif ve organize zihinsel süreç. Güç: Kişinin davranabilme ve iş yapabilme kuvvetini, potansiyelini gösterir. Bu güç sayesinde kişi düşündüklerini davranışa geçirir. İrade: Temel ilkeleri çerçevesinde bilinçli olarak ve vicdanını kullanarak bireyin verdiği kararları davranışa aktarabilmesi. Tutarlılık: Kişinin düşünce ve duygularını davranışlarına aktarırken bir zamandan diğerine, bir ortamdan ötekine değişmezlik ve süreklilik göstermesi. Vizyonunu belirleme: "Ben niçin varım?" sorusuna bir cevap bulmak. Vizyon; gelecekte yapmak istediğimizin, hayalimizde temsilidir. Misyonumuzda "Nasıl bir gelecek?" sorusunun cevabı aranır. Kariyer planlama: Kişinin geçmiş, şimdiki ve geleceğe yönelik öğretimini, eğitimini, kişisel özelliklerini, becerilerini, deneyimlerini, seçeneklerini ve beklentilerini değerlendirerek; yapmak istedikleriyle yaptıkları arasında uyum sağlama çabası. Okuyucu mektubu Görmeyi bilmek "İletişim Fakültesi 4. sınıf öğrencisi okuyucumuz Zeynep Polat'tan tam da hayatın anlamı üzerine düşünürken çok güzel bir yazı... Yazıyı okuyun, yorum sizin. Ben sadece, "bakmak mı görmek mi?" diyorum... Adamın biri, ilk defa gittiği küçük bir kasabada şaşkın şaşkın gezindikten sonra yol kenarında duran bir arabanın yanına sokulmuş ve arka koltukta tek başına oturan çocuğa: - Buraların yabancısıyım, demiş. Parkın hemen yanı başındaki fırını arıyorum, çok yakın olduğunu söylediler. Çocuk, arabanın penceresini iyice açtıktan sonra: - Ben de buraya ilk defa geliyorum, demiş. Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde. Adam, çocuğun da yabancı olmasına rağmen bunu nasıl anladığını sormuş ister istemez. Çocuk: - Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz? diye gülümsemiş. Kuş cıvıltıları da oradan geliyor zaten. - İyi ama, demiş adam, bunların parktan değil de tek bir ağaçtan gelmediği ne malûm? - Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez, diye atılmış çocuk. Üstelik, manolyalar da katılıyor onlara. Hem biraz derin nefes alırsanız, fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu duyacaksınız. Adam, gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra, cebinden bir kağıt para çıkartıp teşekkür ederken fark etmiş onun kör olduğunu. Çocuk ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden anlamış, adamın kendisini fark ettiğini. Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken: - Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim, demiş; "Görmeyi o kadar çok özledim ki. Sizinkiler sağlam öyle değil mi?" Adam, çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına yönelirken; "Artık emin değilim!" demiş. "Emin olduğum tek şey, benden iyi gördüğündür!" Sevgiyle kalın B.A ----------------------------------------------------------------------------------- Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi, Gençlerin Dünyası Köşesi, 29 Ekim Caddesi No: 23 Yenibosna, İstanbul e-mail: betul.altinbasak@tg.com.tr Fax: 0 212 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.