İlk defa katıldığımız Dünya Şampiyonası'nda 9. olduk. Türkiye her ne kadar bu dereceyi tarihinde ilk defa yapsa da gerek 12 Dev Adam'ın önceki başarıları ve gerek Futbol Milli Takımı'nın Dünya Kupası'nda aldığı müthiş sonuç beklentileri yükselttiği için yeterince iyi bir sonuç olarak algılanmadı. Gerçek de buydu. Çok yetenekli oyuncularla çok tecrübeli bir teknik ve idari yönetim kadrosunu bir araya getirdiğimiz ve iyi hazırlanılması için imkanları zorladığımız bir şampiyonaydı. İki ay öncesinden en ince ayrıntısına kadar planlanan hazırlık dönemi ve güçlü rakiplere karşı oynanan 13 hazırlık maçı - ki son bir haftalık dönemin Detroit Pistons tesislerinde geçirilmesi ve ev sahibi ekibin bize her türlü imkanı sunması hazırlık şartlarımızı diğer rakiplerle kıyaslandığında üst seviyelere çıkarmaktaydı - yapılabileceğin belki de en iyisiydi. Öyle ki; ilk rakibimiz Porto Riko'nun son hazırlık maçlarını canlı izlemek için kamp yaptığımız Detroit'ten iki kere 12'şer saatlik yol gidildi. Indiana'daki Porto Riko-Arjantin maçını zor şartlara rağmen Aydın Örs bizzat izledi. Hüseyin'in, İbrahim'in, Hidayet'in ve dönem dönem diğer bazı isimlerin sakatlıkları yüzünden hazırlık döneminin önemli bölümünde tam kadro olamayışımız ise takım içi rollerin tam anlamıyla yerleştirilememesi açısından bir dezavantaj oldu. İlk maçımızda Porto Riko karşısında biraz üzerimizdeki baskıdan, biraz da yeterli mücadele gücünü gösteremeyişimizden kötü oynadık. Başabaş geçen karşılaşmayı son iki dakikadaki hatalarımızla kaybettik. İyi günümüzde olsaydık onları 15 sayı ile yenmemiz işten bile değildi. İkinci gün Brezilya karşısında biraz da önceden kalan hesapların etkisiyle 25 dakika müthiş oynadık. Bu dönemde net bir üstünlük sağladığımız sambacılar maçı yine de bırakmadılar ve son periyodda bizi sıkıştırmaya başladılar. Üstünlüğümüzün etkisiyle buna rağmen rahat kazanmamız gereken karşılaşmayı son anlardaki akıl almaz hatalar yüzünden adeta onlara hediye ettik. Türkiye - Brezilya maçı basketbol tarihimizde uzun süre bariz bir üstünlük sağladıktan sonra kaybedilen nadir örnekler arasındaki yerini aldı. Lübnan'ı farklı yenerek ikinci tura kaldık kalmasına, ama namağlup grup birinciliğini nüanslarla kaçırmamız bizi oldukça sarsmıştı. İlk üc maçın sonucuyla birlikte genel mücadele seviyemizin beklentilerin - ve iyi bilinen kapasitemizin - oldukça altında kalması, ülkemizden ve ABD'nin değişik eyaletlerinden ekibimizi desteklemeye gelen binlerce seyircimiz nezdinde biraz hayal kırıklığına neden olmuştu. Oysa namağlup grup birincisi olup Türkiye'de milyonlarca basketbolseveri coşkuyla sokaklara dökmemiz ve ikinci tur için Indianapolis'e 10 bin seyirci toplayıp şampiyonaya gerçek anlamda damgamızı vurmamız işten bile değildi. (Dışişleri ve Turizm Bakanıiklarımız, ABD'deki Türk dernekleri ve Basketbol Federasyonumuz tarafından organize edilen Türkiye'yi saha dışında tanıtma faaliyetlerinin yine de çok başarılı olduğunu ve mükemmel bir etki bırakıldığını da burada belirtelim.) Dezavantajlı ve oldukça dağınık başladığımız ikinci tur maçlarında karşımıza çıkan iki dev basketbol ekolüne kafa tutamadık ve hem İspanya'ya, hem de Yugoslavya'ya farklı yenilerek hedeflediğimiz ilk sekizin dışında kaldık. Turnuvada çok başarılı olan Brezilya ile Yeni Zelanda'ya kök söktüren Angola'yı, pota altında iki dev oyuncuya sahip Çin'i ve Avrupa'nın güçlü ekollerinden Rusya'yı devirip dünya dokuzuncusu olmamız bu bağlamda sınırlı bir teselliden öteye gidemedi, çünkü takımın içinde ve dışında herkes daha iyisini yapabilecek potansiyele sahip olduğumuzun ve dolayısıyla kaçan fırsatın büyüklüğünün farkındaydı. Sahada görünen ve saha arkasında kalıp görünmeyen bir çok kişinin uzun bir hazırlık dönemi boyunca büyük emekler harcadığı bir şampiyonaydı. Ne kadar emek harcanırsa harcansın sporda olumlu / olumsuz hiç bir sonuca takılıp kalmak mümkün olmuyor, çunku tempo hiç düşmüyor, sürekli yeni hedefler ve yeni mücadeleleler vermek gerekiyor. Türk basketbolu için de aynısı geçerli; elbirliğiyle önümüzdeki cephelere yönelinecek ve başarılı olmak için çaba harcanılacak. Önümüzde Kasım ayındaki Avrupa Şampiyonası elemeleri var. Hidayet ve Mehmet Okur'un NBA maçları yüzünden oynamayacak olması nedeniyle görev oyuncularını daha iyi senkronize edip mücadele gücümüzu yükseltmemiz gerekiyor, çünkü bizi Yanbolu'da ve Kiev'de pusuya yatmış ve yakaladığında bütün gücüyle saldıracak iki tehlikeli rakip bekliyor.