Güçlü takımın kalan maçlarını kaybemesi halinde dahi finalleri garantilemesi, hedefe ulaşmış olmak demektir. Bu ister istemez performansı etkiler. Bütün maçları kazanmanın, kura çekiminde bir üst torbayı getireceği gibi gerçekler marjinal kalır. Bir de ilk maçtaki bariz üstünlük akıllarda olunca ikinci maça motive olmak zorlaşır. Bu arada zayıf takım, ilk maçta ezilmiş olmanın onur kırıklığını tekrar yaşamamak için canını dişine takar. Üstelik az da olsa final ümitleri, hâlâ sürmektedir. Rakipten ne kadar iyi olursanız olun bunu her seferinde sahada yeniden ispat etmek zorundasınızdır. Sonunda dengeler yerini bulsa da durgun başlangıç, çoğu zaman kaçınılmazdır. Bizim için de aynen böyle oldu. Maçın başında 4-11 geriye düştük ve ilk yarının neredeyse tümünü yumuşak savunmamız karşısında kolay sayı bulan Estonya'yı kovalamakla geçirdik. Kenar yönetimimiz, bu zor dönemde de gençleri oynatarak kararlılığını sergiledi - bir bölümü Cenk, Semih, Fatih üçlüsü ile oynadık- ve onlara güven aşılamaya devam etti. İlk yarıda attığımız 46 sayı fena değildi. Ancak yediğimiz 44 sayı çok yüksekti. İkinci yarının başındaki 5 dakikada farkı bir anda açtık (46-61). Ancak sonraki 5 dakikada canını dişine takmış rakibe de aynı şekilde yakalanıverdik (60-61). Maçın son anlarına kadar kazanabilecek konumda olmayı başaran Estonya'nın bunu yapmasına izin vermedik. Mehmet Okur ve İbrahim'in olmadığı karşılaşmayı gerektiği kadar oynadık açıkçası. Alışık olmadığımız "Baden" marka topların dahi etkileyemediği Kerem Gönlüm ve Hidayet, galibiyetimizin yıldızları oldular.