Maçın hemen öncesinde kritik soru Ülker'in serinin başından beri sergilediği güçlü mücadele direncini böylesine büyük bir avantaj yakaladıktan sonra da sürdürüp sürdüremeyeceği idi. Oyunun başlamasıyla birlikte Ülker içeriden ve dışarıdan rahatça sayı bulurken turuncu yeşillilerin savunma direncinin -ve Efes'in bundan kaynaklanan skor sıkıntısının- aynen devam ettiği görüldü. Çok sayıda bireysel yeteneğe sahip olan Efes'in güçlü sistemi final serisinin başından beri oyuncuların yeteneklerini kısıtlayan 'engellere' dönüşmüş gibiydi sanki. Özellikle de hücum kapasitesi tartışılmaz Charles Smith'ten faydalanamamaları ilginçti. Bir başka ilginçlik Efes'in gerekli savunma önlemlerini oturtamamış olmasıydı. Birbirini zaten çok iyi tanıyan iki takımın arka arkaya maç oynarken hiç gizlisi saklısı kalmamıştı. Herkesin ne yapacağının alenen bilindiği bir ortamda bundan faydalanmak suretiyle savunma tuzakları kurmak nispeten daha kolaydı. Murat Özyer'in çok iyi hazırladığı turuncu yeşilliler bu platform üzerinde yetenekleriyle kazanma azmini harmanlayarak karşı koyulmaz bir dirençle oynuyorlardı. Dakikalar ilerlerken Ülker'in tribünleri ayağa kaldıran etkileyici smaçları oyuncuların hissettikleri güçlü isteğin patlamaları olarak sahada kendi gündemlerini oluşturdular. İbrahim atttığı 20 sayının ötesinde verdiği mücadele ile de takımını sürükleyen isim oldu. İlk yarı bitiminde Ülker'in üstünlüğü yine belirginleşmişti. Savunma çabası gibi çok önemli kriterlerde önde olan turuncu yeşilliler hava toplarında (7-13) asistlerde (3-10) ve atış yüzdelerinde de (%43-%62) ile Efes'i geride bırakmışlardı. Efes'in kadrosundaki 12 oyuncunun tümü ilk yarıda süre aldı. Bu modern basketbolun gereklerini dahi zorlayan bir durumdu ve Efes'in sistemine uymuyordu açıkçası. Lacivert beyazlıların yaptığı, sistemi falan bir kenara bırakıp bütün çıkış yollarını denemekti. Ancak hücuma yönelik çıkış yolları ararken savunma etkinliği ikinci planda kalıverdi ve Ülker kolay sayılar buldu. Uzun sezonun oyuncular üzerindeki yıpratıcı etkisi Efes cephesinde kendisini açıkça hissettiriyordu. Cenk Akyol'u oyunun erken dönemlerinde sahada görmek ise hoş bir değişiklikti. Basketbolumuzun bu genç yeteneği 24 dakika süre aldı ve kendi takımının -ve neredeyse sahanın- en skoreri oldu. Cenk bütün sene boyunca oynama süresi alabilseydi playoff'ta sonucu daha fazla etkilerdi kuşkusuz... Serinin bütün maçlarında olduğu gibi dün üçüncü periyotta yine bütün ipleri eline geçirmiş olarak rahat bir farkın keyfini süren Ülker ile arayı kapatmaya çalışan bir Efes izledik. Diğer maçlardan farklı olarak bu sefer Ülker'i yakalayamadılar. Şampiyonluğu daha fazla isteyen taraf Ülker idi ve istediğini aldı. Final serisindeki bütün maçları kazanarak 4-0 ile şampiyon olmak şüphesiz çok büyük başarıdır ve uzun yıllar unutulmayacaktır. Bu başarının bir bölümü Efes'in büyüklüğünden kaynaklanmaktadır ve sezon içindeki maçlar da eklendiğinde daha da artmaktadır. Sakatlıklar ve cezalar yüzünden sezon boyunca çalkantılar yaşayan Efes ise bu sefer istediğine ulaşamamış olsa da ligimizin son dört yılı kesintisiz olmak üzere en fazla şampiyonluk kazanan ekibi olarak bu sefer ikincilikle yetinmekle büyüklüğünden hiçbir şey kaybetmemiştir. Gelecek yıl gerekli rötuşları yapmış ve zinde olarak yarışta yerlerini alacaklardır.