Efes Pilsen İstanbul World Cup organizasyon başarısı açısından gerek katılan takımlar, gerek izleyiciler, gerekse de izlemeye gelen yerli ve yabancı otoriteler arasında son derece olumlu bir intiba bırakarak sona erdi. 2002 yılında dünya çapında yapılan en görkemli özel turnuva idi; birçok açıdan resmi turnuvaları geride bıraktığı dahi ifade edildi. Organizasyon açısından Türk Basketbolu'nun adını dünyaya duyurmak tabii ki önemliydi, ancak bu aşamada en önemlisi milli takımımızın hazırlık programının etkinliği idi. 7 hafta sürecek antrenman programımız içerisinde fizik kondüsyon yüklemeleri dönemindeydik henüz. Beş güçlü rakibe karşı arka arkaya oynayacak ve maç kondüsyonumuzu üst seviyelere çıkararak bu maçları kazanacak durumda değildik. Olmamamız da gerekiyordu, çünkü bu formu Ağustos ayı başında yakaladığımız takdirde asıl maçlara kadar sürdürmemiz çok zor olacaktı. Sonuç olarak; bizimle aynı şartlar altındaki rakiplerimiz arasında bir bölümünü önemli yıldızlarımızdan mahrum oynadığımız karşılaşmalarda iki galibiyete karşı üç mağlubiyetle turnuvada dördüncü olduk. Kendi sahamızda oynamanın avantajı da göz önüne alındığında çok başarılı bir sonuç değildi belki, ancak bizi bu aşamada sonuçlardan ziyade oyunumuz ilgilendiriyordu, özellikle de iki Brezilya maçındaki performansımız. İndianapolis'e ilk sekize kalma gibi iddialı bir hedefle giderken, grubumuzda oynayacağımız her üç maçı da kazanmamız gerekiyor. Yani burada iki kere yenildiğimiz Brezilya'yı orada mutlaka devirmeliyiz. İlk Brezilya maçında rakibin çok sert oyununa hakemlerin de müsamaha göstermesi bizi oldukça sarstı, düzenimiz bozuldu. Oyun zaman zaman elektriklendi, itişmeler oldu. Maç bittiğinde üç zayiat vermiştik. Hidayet ve Harun'un hafif sakatlıklarının yanında burnu kırılan İbrahim'in durumu hepimizi üzdü. Hazır olmadığımız bu sertlik içinde oyunun kontrolünü rakibe kaptırdık. Hidayet'in 28 sayısı izleyenleri mutlu ettiyse de mücadele kategorilerinde yeterli değildik. Hava toplarında oldukça zayıf kaldık (25-36), onların skoreri Marcelo'yu da bir türlü durduramadık (6/7 üçlük). Hızlı hücum üretemeyip set hücumunda pota altını kullanamayınca ve ferdi çabalarımız da sonuç getirmeyince maçı kaybettik. Ferdi atış tercihlerinde isabet kaydedebilseydik, daha iyi oynamış olmayacaktık. İkinci maçta hakemler aşırı sertliğe müsade etmeyince, oyunu daha fazla kontrol edebildik. Ömer'i yeniden keşfetmemize ve iyi oynadığımız dönemde yakaladığımız 9 sayılık farka rağmen işler yine umduğumuz gibi gitmedi ve ikinci maçı da kaybettik. Hücum performansımız iyi değildi, bireysel atış tercihleri kollektif hücumu yine geri plâna itti. İkinci mağlubiyetin aslında birincisinden daha vahim olduğunu düşünüyoruz, çünkü kilit oyuncuları faul problemi yaşayan Brezilya'nın performansı bu sefer vasatın üzerine çıkamadı. Turnuva bir hazırlık organizasyonuydu, sonuçların hiç önemi yoktu. Önemli olan gücümüzü deneyip nerede olduğumuzu anlayabilmekti, dolayısıyla Efes Pilsen turnuvasının teknik açıdan da maksadına ulaştığını düşünüyoruz. Kıyıda köşede kalmış ince ayrıntılara kadar tanıma fırsatını bulduğumuz Brezilya ile Dünya Şampiyonası'nda gerçek bir maç oynamaya hazır olacağız. Bu sefer hatalarımızı tekrarlamayacağız. Hüseyin'in de takıma katılmasıyla hava toplarında daha etkili olacağız, topu hücum sahasına daha hızlı getireceğiz ve savunma oturmadan kolay sayı üretme çabamızı artıracağız, sayı atmanın ötesinde takımı için mücadele etmesine ihtiyaç duyulduğunu kavramış Hidayet'in emek kategorilerindeki katkıları ile gücümüze güç katacağız ve belki de en önemlisi set hücumunda sıkıştığımız anlarda ferdi zorlamaların değil, kollektif arayışların bizi başarıya götüreceğinin bilincinde olacağız. Bu hafta sonu katılacağmız Belgrad Turnuvası bütün bunları denemek için iyi bir fırsat olacaktır.