Modern dünyada toprak mimari!

A -
A +
Serkan Duman
Yüksek Mimar
sdmimmimarlik@gmail.com
 
Türkiye’de yaşanan son depremler, aniden bütün öncelik sıralarını değiştirdi; en başta devlet en son ise fert olarak herkesi etkiledi. Durumumuzu yeniden değerlendirmeye aldık, hayatı yeniden doğmuş gibi sorgulamaya başladık…
 
İşim münasebetiyle köyleri geziyorum. Kırsala yerleşmek isteyen insanlarla ve köylülerle çok vakit geçirme fırsatım oldu. Deprem sonrası gittiğim köylerden birindeki Ahmet Abi’nin sözleri aklımda kaldı. Muğla’nın bir Türkmen köyünde kendine bahçesiyle, avlusuyla âdeta küçük bir cennet kurmuş olan Ahmet Abi, endişeyle betonarme evini göstererek, “Serkan Bey bu ev 1980 yılında yapıldı. Şimdi ne yapmalıyım?” diye soruyordu. Şüphesiz bizzat beton uzmanları tarafından dile getirilen “Betonarme iyi yapılırsa bile ortalama ömrü 40-50 yıldır” bilgisini duymuştu.
 
Peki, bu durum nasıl ortaya çıkmıştı? 19. yüzyılın başlarında bulunan beton, nasıl olmuştu da Türkiye’nin geleneksel anlamda en gelişkin ev yapım modellerini bile geride bırakıp köylere kadar girmiş ve eskimişti bile?

BETON ÖNCE KABUL GÖRMEMİŞTİ

Aslında beton, bulunduktan sonra uzunca bir dönem kabul görmedi. Betonun kullanılması gerektiğini düşünen bazı mimar ve mühendisler, betonarme inşa sisteminin yayılması için yıllarca uğraşılar verdiler. Sonuç olarak beton, bulunduğu Fransa ve İngiltere gibi ülkelere nazaran gelişmekte olan veya geri kalmış ülkelerde neredeyse su gibi kullanılmaya başladı. Öyle ki örneğin Çin’in 2011 ile 2013 yıllında kullandığı beton miktarı, ABD’nin son asırda kullandığından daha fazlaydı. Türkiye ise inşaatın hızlı olduğu dönemlerde dünyanın en büyük 3. çimento üreticisiydi.

ÇEVRE KİRLİLİĞİ BERABERİNDE GELİYOR

Beton öyle bir malzeme ki içinde kullanılan çimento ve demir gibi malzemelerin üretimi için hem büyük enerji harcanmakta hem de ciddi çevre kirliliği ortaya çıkmaktadır. Ömrünü dolduran betonun molozu ise geri dönüştürülememesiyle büyük problemler ortaya koymaktadır. Buna ek olarak tipik betonarme inşa biçiminde kullanılan yalıtım vs. malzemelerin de hiç de masum olmadığı ortadadır.
 
Betonun tek sıkıntısı malzeme özelliklerinde değildir. Beton aracılığı ile ortaya çıkan, şehirleri yoğunlaştıran ve hiç de insani olmayan bir model sunan apartman sistemi de ayrı bir sorun oluşturmaktadır. Ülkemize baktığımızda betonun geleneksel kodları kullanarak yürüdüğünü, mevcut konut stokunun üzerine yükselerek ilerlediğini görüyoruz. Bir iki katlı konutlardan oluşan mahallelerimiz, beton ile birlikte aşırı yoğun ve niteliksiz kent parçalarına dönüşmüştür. Şimdi bir de bu kentler betonun ömrünü tamamlama problemi ile boğuşmaktadır. Oysa yüzlerce yıllık geleneksel evler hâlâ ayakta durmaktadır.
 
Artık şehirlerimizdeki yoğunluk sebebiyle insanların önemli bir bölümü, günün birkaç saatini sadece trafikte harcamakta, iş mesaisi de düşüldüğünde kendisine ancak birkaç saat ayırabilmektedir. Bu kısacık süreyi çocuklarına mı, kitap okumaya mı, TV seyretmeye mi yoksa internette gezinmeye mi ayıracaktır? Yine bu şehirleşmeden çocuklar da mağdur olmuş, oyun oynamaya güvenle çıkabilecekleri bir sokak bile kalmamıştır. Doğadan kopuk yaşam alanları, yetişen nesillerin önceki nesillere göre psikolojik, fizyolojik ve biyolojik değişimini getirmiş, sosyokültürel anlamda incelenmeye muhtaç bir insan modeli ortaya çıkarmıştır.
 
Konutlar sadece sağlamlık açısından değil, iklim, coğrafya, psikoloji, fıtrat ve insanilik yönünden de değerlendirilmelidir. Tıpkı deprem ülkesi olduğumuz gibi örneğin kuraklık da kapımızdadır. Ancak bu soruna da gözümüzü kapamış ve hatta kafamızı kuma gömmüş durumdayız. Kuraklık işin sadece bir veçhesini oluşturmaktadır. Mimari bütün problemleri değerlendirmeyi, üzerine de daha iyisini araştırmayı gerektiren bir uğraşı alanıdır. Felsefecilerin mimariyi bu kadar önemsemesi bu sebepledir. Mimari ve şehircilik uzun yıllarda ortaya çıkan bu sebeple de üretimi zor bir alandır. Bir meyvenin ortaya çıkması için baharı beklemek gerektiği gibi mimarinin mükemmelen oluşabilmesi de toplumsal düzeyde bir mutabakat gerektirir. Şehir toplumun aynasıdır.

ÇIKIŞ YOLU TOPRAKTA MI?

Sürekli problemlerden bahsedip, çözüm önermeyen insanlardan olmamaya çalıştım. Mimari ve şehirciliğe uzun yıllardır kafa yoran birisi olarak problemleri uzun yıllar önce fark ettiğimden dolayı çözüme yönelik çalışıyorum. Bu bağlamda toprak/kerpiç mimarisini en doğru yollardan biri olarak görüyorum.  Bu tarz mimari doğası gereği birçok sorunu gidermektedir. Nasıl ki betonun vahşi tabiatı kendiliğinden sıkıntılar doğuruyorsa toprak da tam tersi olarak işliyor.
 
Toprak mimarlığı üzerine düşünmeye başlayan bir zihin yeni bir yola girmiş olur. Bu yol çevreye, iklime, coğrafyaya ve insana olan bakışı değiştiren bir yoldur. Toprak hem mahiyeti itibarıyla hem de vadettikleri ile oldukça esnek ve çeşitliliğe açık bir inşa biçimidir. Salt malzeme olarak ele almak da doğru olmayacaktır.
 
Toprağın özellikle Türkiye için başat bir özelliği vardır. O da dünyada bilinen ilk kerpiç yapıların Çatalhöyük ve Aşıklı Höyük’te inşa edilmiş olmasıdır. Toprak hem taşıyıcı hem de dolgu malzemesi olabilmektedir. Bu yönüyle diğer birçok malzemeden ayrışır.
 
Türkiye, bir ahşap ülkesi değildir. Ahşap üretiminde dışa bağımlıyız. Bugünden başlayarak bir ahşap politikası üretmemiz gerekmektedir. Taş için ise taş ocakları açmak lazım gelmektedir. Oysa toprak sınırsız bir malzemedir.

TOPRAKTA ISI YALITIMI ÜST SEVİYEDEDİR

Toprak mimarlığı tam bir çevreci inşa sistemidir. Öncelikle üretiminde enerji harcanmaz. Toprak evlerde ısı yalıtımı başka bir malzeme kullanılmamasına rağmen en üst seviyededir. Bu da ısıtma ve soğutma için düşük enerji harcanması anlamına gelir. Yapılan araştırmalara göre, 60 cm’lik kerpiç duvarın verdiği ısı konforunu, dolu tuğla 1,20 metre, taş duvar 1,75 metre, betonarme duvar ise 3,15 metre olması hâlinde verebilmektedir. Yine bir toprak evin dönüşümü de kolaydır. Toprak yeniden kullanılabildiği gibi karışılmazsa doğaya dönmektedir.
 
İlk konutların toprak olması gibi örneğin 7. yüzyılda inşa edilmiş Medine’deki Mescid-i Nebevi ve Hazreti Peygamber’in evi de topraktandır. 2. asırda Roma’da taştan ve Roma Betonu’ndan inşa edilen Panteon düşünüldüğünde, toprağın cami için seçilmesinin bir zorunluluktan ziyade tercih olduğu da anlaşılmaktadır. Sadece bu durum bile Müslümanların en azından duygusal manada kerpiç ile kurması gereken duygusal bağı açıklar.

DÜNYADA TOPRAK MİMARLIĞI

Bugün dünyada özellikle gelişmiş ülkelerde, toprak mimarlığı yeniden canlanmış ve geleneksel tekniklerin yanına modern teknikler de eklenmiştir. Bu ülkelerin arasında Japonya, Yeni Zelanda ve ABD gibi “deprem ülkeleri” de vardır.
 
Toprağın bir diğer güzel yanı da ARGE ve gelişime açık bir malzeme olmasıdır. Şu anda dünyada 13 farklı toprak inşa tekniği kullanılmaktadır. Bu tekniklerin sayısının artacağı da kesindir. Konu üzerine eğilen ülkeler bu yeni teknolojinin de sahibi olacaktır. Ayrıca toprak sadece bir taşıyıcı ya da dolgu malzemesi değil her çeşit yapı malzemesinin ana maddesi olabilmektedir.
 
Özellikle Türkiye için toprağın önemli bir çözüm sunduğundan bahsettim. Bu çözüm üzerine kafa yorulduğunda hem şehircilik hem de insani ihtiyaçların çözümü açısından ne kadar kıymetli noktalara gidebileceğimizi de göreceğiz.
 
Öncelikle konutların su, elektrik ve market gibi dış bağımlılıklarını azaltmalıyız. Evlerimiz âdeta fişe takılı, plug-in gibi işleyen sistemler. Afet anında veya genel olarak ufak bir sıkıntı dahi olsa enerji, su ve yiyecek gibi ihtiyaçlar giderilemiyor. Güneş enerjisi, yağmur suyu hasadı, tabii yöntemlerle ısıtma soğutma, bahçeli evler ile bahçe kullanımı, kompost üretimi vs. konuların artık tam anlamıyla gündeme gelmesi bir mecburiyettir.
 
Bugün köylerimiz boşalmaya devam etmekte, yaşlı nüfus artmakta buna rağmen köy hâlâ üretmeye devam etmektedir. Öyle ki maddi sıkıntı dönemlerinde bile köyden gelen erzaklar, birçok yaraya merhem olmaktadır. Deprem sonrası köylülerin kendi ürettikleri ekmekleri paylaşabildiklerini ve enkaz altında kalan kişileri kendi imkânlarıyla çıkarabildiklerini biliyoruz. Ancak köy nüfusu yaşlanmakta ve köyler boşalmaktadır. Bu sebeple köyün önemini yeniden kavramalıyız.

“KÖYLERDEN OLUŞAN BİR DEMET”

Titus Burckhardt’ın eski İstanbul için “köylerden oluşan bir demet” ifadesini kullanması boşuna değildir. Geleneksel şehirlerimiz köyden tamamen farklı yerler değildi. Tıpkı köydeki gibi doğa ile iç içe ve üretimin yapıldığı yerlerdi. Evden otoparka inen oradan da bir servisle okula giden ve “steril” ortamlarda büyüyen şehir çocuklarına nazaran; eski yerleşimlerimiz, komşu gözetiminde, rahatça sokağa çıkabilen, bahçede çamurdan ev yapma oyunu oynayan çocukların yetiştiği yerlerdi. Bu noktada en azından şehirlerimizi köy-kent arakesitini düşünerek inşa etmeye çalışmalıyız. Köylerimizi de yeniden kalkındırmalıyız. Herkes şehirde yaşamak zorunda olmamalı.

KERPİÇTEN GÖKDELENLER!

Toprak malzeme ile yüksek binalar da yapılabilmektedir. Hatta ilk apartmanlar topraktan inşa edilmiştir. Yüksek olma ihtiyacı ise güvenlik kaygısındandır. “Çölün Manhattan’ı” denen Yemen’deki yüksek kerpiç yapılar buna örnek verilebilir. Günümüzde ise toprak yapılar ile çalışan Alman mimar Anna Heringer hayalinin Manhattan’a topraktan bir gökdelen inşa etmek olduğunu söyler ki bu teorik olarak mümkündür. Ancak toprak insanı kolay bir inşa modeli olarak alçak katlı yapı sistemine otomatikman yönlendirir. Zaten yapılması gereken de budur.
 
Hollanda’nın kilometrekareye düşen insan sayısı Türkiye’nin dört katıdır. Buna rağmen Hollanda nüfusunun %80’i müstakil evlerde oturmaktadır. Yani bize söylenen “yer yok” ifadesi kocaman bir yalanın ya da cehaletin ürünüdür. Bizim apartmanlaşma serüvenimizin ana sebebi yer olmaması değil, ulaşım problemini çözememiş oluşumuzdur. Bir başka çözüm olarak ise bağımsız ve küçük şehirleşme biçimlerini ortaya koyamayışımızdır. Bunun da ana nedeni üretimin uzunca bir dönem Marmara Bölgesi'ne sıkışmış olmasıdır. Şu saatten sonra imkânlarımız oldukça artmıştır. Araç sayısı da, ulaşım ağı kurma becerimiz de yükselmiştir.

YENİ BİR HAYAT MÜMKÜN

Coğrafyamız, iklimimiz, tarihimiz ve geleneğimiz benzersiz. Tıpkı bunun gibi benzersiz ihtiyaçlarımız ve bize ait sorunlarımıza kendimiz bir çözüm bulmalıyız. Açıkçası toprak mimarlığını ya da müstakil evin önemini anlatabilmek için kendimi “gelişmiş” ülkelerden örnek vermek zorunda hissetmek beni rahatsız ediyor. Velev ki bütün dünya apartmanda yaşasın, çevreyi düşünmesin, toprağı mimaride kullanmayı aklına getirmesin; biz yine de bunları yapmalıyız. Artık kuyruk olmayı bırakmalı ve kendi beynimizi kullanmayı öğrenmeliyiz. Öncü olmak bize uzak değil. Yeni bir hayat mümkün!
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.