Prof. Dr. Ömer Adil Atasoy- Hukukçu Akademisyen
İnsanlık Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde "veto" yetkisi bulunan devletlerin merhamet ve insafına terk edilmiş olarak mı varlığını sürdürecek? Böylesi bir düzene, uluslararası barış ve güvenliği koruyucu, kollayıcı “Birleşmiş Milletler Düzeni" diyebilir miyiz? Cevaplandırılması ve acil çözüm bulunması gereken soru budur.
ABD Başkanı Donald Trump, 13 Ekim’de Şarm el Şeyh’te dünyanın gözleri önünde ve garantör devlet başkanları ile “Gazze'de İsrail Soykırımını Durduran Ateşkes Anlaşmasını” gösterişli bir merasimle imzaladıktan hemen sonra Hamas’ı tehdit etti.
Bu tehdit, İsrail'in Amerikan uçaklarını ve bombalarını kullanarak iki yıl içinde yerle bir ettiği Gazze'de, on binlerce tonluk enkazın altında kalan İsrailli esirlerin cesetlerini zamanında teslim edemedikleri için bir uyarı idi. Trump, Hamas yetkililerine “Bir sözümle İsrail Gazze'ye girer, savaş başlar” dedi.
İsrail'in Gazze soykırımı ve oluşturduğu insanlık dışı vahşet, önemli şeyleri gözler önüne serdi. İsrail'in, her türlü silah ve moral desteği sağladığı ABD’nin, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyindeki “veto yetkisi” var olduğu müddetçe; bir barışın ve adil bir sonucun sağlanması; masum insanların can güvenliği ve uluslararası antlaşmalarla güvence altına alınmış insan haklarının korunması mümkün olmayacaktır.
Gazze'de İsrail Devleti tarafından gerçekleştirilen soykırıma karşı dünyanın ortaya koyduğu tepki ve soykırıma dur deme çağrısı; milyonların üzerinde birleştiği acımasız İsrail ve destekçisi Batı ülkelerine karşı gerçekleşen gösteriler; tek vücut hâline gelen toplulukların Gazze'de açlığa mahkûm edilen insanlara yardım çabaları, ABD ile İsrail'in yalnızlaşmasına ve “İstenmeyen Ülke” durumuna gelmelerine yol açmıştır.
Birleşmiş Milletler 2025 yılı Genel Kurul Toplantıları sırasında Amerika Başkanı Trump’ın daveti ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve diğer Arap ve İslam ülkeleri devlet başkanlarının katılımı ile yapılan Özel toplantıda katılımcılarca teklif ve müzakere edilen, ana hatları ve amaçları belirlenen "Filistin Devletinin Kurulması ve Gazze Barış Planı Taslağının", Trump tarafından “Trump Barış Planı” hâline getirilerek önerilmesi ve Başkan Trump gözetiminde "Garantör Devletler" tarafından hayata geçirilmesi üzerinde anlaşılmıştır.
Türkiye ve diğer bölge ülkelerinin baskısı, Gazze'de gerçekleşen zulmün önüne geçilmesi talepleri karşısında ABD Başkanı Trump, dünya kamuoyunda oluşan olumsuz imajı bir nebze olsun önleyebilmek; dünya üzerinde Amerika hâkimiyetini devam ettirebilmek; bu vesile ile aşırı giden İsrail'in biraz olsun kulağını çekmek; Filistin’e, Gazze ve Bölgeye gönlünden koptuğu kadar barış umudu serpmek maksadıyla, Mısır Devlet Başkanı Sisi'nin organize ettiği bir toplantının Şarm el Şeyh'te düzenlenmesine onay vermiştir.
Trump’ın değişik ve günü gününe uymayan düşünce ve davranışları, ABD’nin menfaatlerini önceleyen dalgalı tutumu, şöyle bir ihtimal var mı diye bizi düşünmeye sevk etmektedir: Acaba Trump, Şarm el Şeyh’te imzalanan barış planını, dünyanın gözünü boyamak ve kendini “8. Trump Büyük Barış Projesini” gerçekleştiren ABD Başkanı ve dünya lideri olarak tarihe geçmek ve büyük egosunu tatmin etmek maksadıyla kerhen kabul etmiş olabilir mi?
Trump’ın Şarm el Şeyh’teki toplantı öncesi, bölge ve Batılı ülke devlet ve hükûmet başkanlarının bekleyişlerini önemsemez bir şekilde İsrail gezisine öncelik vermesi; İsrail Parlamentosu Knesset'te gerçekleştirdiği “Trumpvari” uzun konuşma ve şov, Mısır'daki Gazze Barış Toplantısı ve imza töreninin; Trump bakımından, göstermelik bir toplantı olduğu izlenimi vermektedir.
Trump’ın, dünya üzerindeki savaşları bitirerek “Gazze'de ateşkesi ve barışı sağlayan Amerika Başkanı” imajını güçlendirmek ve “2025 Nobel Barış Ödülüne” en çok layık olan kişi olduğunu göstermek maksadıyla planlanmış bir görsel şov olduğunu düşündürmektedir.
Diyeceğimiz odur ki, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yer alan ve sayıları 150'nin üzerindeki bağımsız devletin 1967 yılında alınan BM kararları çerçevesinde belirlenen ve kabul edilen sınırları korunarak Filistin Devleti'nin tanınması yönündeki talepleri; Gazze'de gerçekleşmekte olan İsrail soykırımının önlenmesi; İsrail’e karşı caydırıcı ve soykırımı önleyici tedbirlerin alınması yönündeki büyük çoğunluğun iradesi, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin beş daimî üyesinden biri olan Amerika’nın vetosu karşısında geçersiz ve uygulanamaz hâle gelebiliyor. ABD, İsrail'i ve çıkarlarını korumak uğruna; hak, hukuk tanımadan kendi dışındaki dünya devletlerinin iradesini yok saymak pervasızlığını ortaya koymaktan çekinmiyor.
Gazze’de İsrail tarafından başlatılma eğilimi taşıyan yeni bir soykırım dalgasının ve vahşetin önlenebilmesi için insanlığın ABD ve İsrail üzerindeki haklı tepkisini ve baskısını sürdürmesi gerekiyor.
Başkan Trump, kendi adıyla anılan, bağımsız Filistin Devleti’ne giden yolda, Gazze’nin yeniden imarını ve savaşın durmasını amaçlayan “Trump Barış Planını” bizzat Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine sunarak; onaylanması ve güvenceleri ile beraber uluslararası alanda uygulanabilir bir birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı hâline getirilmesini sağlamak sorumluluğunu yerine getirmelidir. Başkan Trump, Filistin ve Gazze’de kalıcı barışın sağlanması konusunda samimi ise kendisinin yerine getirmesi gereken ve beklenen davranış budur.
Şarm el Şeyh’te gerçekleşen anlaşmaya “garantör” olarak imza koyan “Arabulucu Bölge Devletleri” ise Gazze planının hayata geçirilmesini ve uygulanmasını sağlayıcı görev ve sorumluluklarını yerine getirmelidirler. Bu manada, antlaşmaya koydukları imzaların hakkının vererek, antlaşmanın belli bir düzen içinde, kabul edilen plana uygun olarak gerçekleşmesi; Gazze’de yaşanan insanlık dramının sona erdirilmesi için üzerlerine düşen yapıcı ve güven artırıcı rol ve sorumlulukları yerine getirmelidirler.
Garantör devletler ve anlaşmanın imza töreninde hazır bulunan gözlemci devletler, Amerika Başkanı Trump’ın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde Filistin Devleti’nin tanınması ve Gazze ile ilgili “Trump Barış Planına” ilişkin uygulanabilir kararın bir an önce alınabilmesi için Amerika Başkanı Trump nezdinde; anlaşmadan doğan garantileri sağlamak ve yerine getirmek konusunda istekli olduklarını; dünya kamuoyunun bu konudaki haklı beklentilerini zaman geçirmeden bildirmelidirler.
Amerika’nın “Trump Filistin ve Gazze Barış Planını” BM Güvenlik Konseyine bizzat götürmesi ve sunması; planın kabul edilmesi ve yürürlüğe girmesi konusunda en büyük engel olan “Amerika Vetosu”nun kalkmış olması dünya barışının gerçekleşmesi ve Gazze’ye huzurun gelmesi yönünde sevindirici bir umut ışığı olacaktır. Böylece, “Tek Devletli Birleşmiş Milletler” olgusunun yıkıldığı; dünya barışına giden yolda sağ duyunun hâkim olduğu, keyfî zorbalık ve tek taraflı çıkar peşinde koşmanın engellendiği; adil ve insan haklarına saygılı çözümlerin gerçekleşeceğine dair umutlar yeniden yeşerecektir.
Amerika dış ilişkilerinde, uluslararası adalet ve düzenin korunmasında bir yol ayrımında olduğunu bilmek ve görmek durumundadır. Ya kendisinin de dâhil olduğu herkes için insanca yaşama ve güven veren adil bir dünya düzeninin kodlarına dönmüş olacağız ya da içinde muhtemeldir ki ABD’nin olmadığı; adalet ve insanlık hukukunun koruyucusu ve kollayıcısı yeni bir dünya düzeninin doğuşuna şahit olacağız.
Yazımızın giriş paragrafında belirttiğimiz durumun gerçekliğini ve İsrail’in son günlerde, oluşturduğu asılsız bahanelerle Gazze’yi bombalaması ve Hamas’ı hedef alarak yaptığı yeni katliamları da dikkate alarak ifade edebiliriz ki, barışı gerçekleştirmek sadece ABD ve İsrail’in insafına terk edilmeyecek kadar önem kazanmaktadır.
Gazze Barış Antlaşmasını imzalayan garantör devletler, Gazze’deki ateşkes şartlarını olayların olağan gelişme seyri içerisinde; akıl, mantık, Gazze’deki fiziki şartlar ve toplumsal vicdan ölçülerinde değerlendirerek İsrail’in hudut tanımaz kan içiciliğinin önüne geçmeleri gerekmektedir. Aksi takdirde tüm dünya ilanihaye "Tek Devletli Birleşmiş Milletler" olgusunu yaşamak zorunda kalacaktır. Bu hayati tespit karşısında, haklı olarak sormamız gerekiyor. İnsanlığın bir korku tüneline girmekte olduğu gerçeğini hatırlatmak ve barışı sağlama çabalarının artırılması yönünde gayret sarf etmek durumundayız.
İnsanlık Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde "veto" yetkisi bulunan devletlerin merhamet ve insafına terk edilmiş olarak mı varlığını sürdürecek? Böylesi bir düzene, uluslararası barış ve güvenliği koruyucu, kollayıcı “Birleşmiş Milletler Düzeni” diyebilir miyiz? Cevaplandırılması ve acil çözüm bulunması gereken soru budur.
Ortak akıl ile geleceğin güven içinde yaşanacak dünyasını ve evrensel barışı, yenilenen ve değişen dünya şartlarında oluşturmak görev ve sorumluluğunda olan tüm devletler; en başta da insan haklarını içselleştirerek yeni ve adil dünya düzenini oluşturma konusunda tarihe adını şerefle yazdırmak isteyen ileri görüşlü dünya liderleri, bu kördüğümü çözmek zorundadırlar.
Dünyayı, geri dönüşü olmayan, savaş, vahşet, yıkım ve felaketlerin sahnelendiği korku tüneline girmekten alıkoyacak basiretli devlet yöneticileri, insanlığının sesine kulak vermek, önlerine çıkmış olan barış fırsatını değerlendirmek ve dünya barışını koruma konusunda çaba sarf etmelidirler. Hiç kuşkumuz yoktur ki insanlık onlara minnettar kalacaktır.
Geniş Açı - Fikir ve tartışmada son yazılar...