Abdülaziz Han'ın annesi Pertevniyâl Sultan

A -
A +

Dikkatinizi çekti mi bilmem valide sultanlar hayrat sahibidirler, çok dua alırlar. Evvel emirde esîre bir kızcağız oldukları için yakınları akrabaları olmaz. Vârisleri şehzade ya da padişahtır ki onlar dahi dönüp analarının malına bakmazlar. Eh dağıtacak yakın, bırakacak evlad olmayınca istikamet bellidir: Hayır hasenat! Mâlum, padişaha dünyanın dört bir yanından cariyeler (esîreler, hükümdar hediyeleri) yağar. Bunlar "kadınlar akademisi" sayılan haremde sıkı bir tedrisata alınırlar. Fen, edebiyat ve lisan öğrenir, hat, tezhip ve nakışla uğraşırlar. Bazıları ebelik, hekimlik yapar, meslek sahibi olurlar. Burada her adım imtihandır, belki beceriksizlik hoş görülebilir ama hasisler, paragözler ve mızıkçılar ayıklanırlar. En müşfik, en merhametlileri finale kalır, içlerinden biri (ya da birkaçı) padişaha zevce olma şerefine kavuşurlar. Valide Sultan İşte Pertevniyal Sultan da bu merhalelerden geçer, yardımseverliği ile akranlarına fark atar. Nitekim yaptığı hayırlar ile amel defterini kıyamete kadar açık tutar. Harem hakkında çok az şey bilinir ama birileri hayallerindekileri konuşturur, yazar da yazarlar. Tarihçiler Pertevniyâl Sultanın nereli olduğu hakkında bir şey söylemez, ancak güler yüzlü, insan canlısı ve yardımsever olduğunda ittifak yaparlar. Henüz 17 yaşında 2. Mahmud Han'la evlenir (1829) ve Abdülaziz gibi bir aslan parçası doğurarak (1830) hazların en güzelini tadar... Oğlu tahta oturunca (1861) imparatorluğun en güçlü kadını olur, zira haremi (sultanın evini) padişah hanımlarından değil, padişah analarından (valide sultanlar) sorarlar. Ne mutluluk, ne mutluluk di mi? Halbuki zirvelerde rüzgâr sert eser, dışı bizi, içi onu yakar. İsterseniz laf ezip sizi meraklandırmayalım. Şimdi ufak bir tarih turu atmakta yarar var. Abdülaziz zekî, tahsilli, gayretli bir padişahtır, yiğittir, korkusuzdur, pehlivan yapılıdır, ki dedesi Yavuz'u andırır. Ancak saltanatına rastlayan günlerde onun gibi düşünenler azalmış, devlet kademeleri batı hayranları tarafından paylaşılmıştır. Her ne kadar Tanzimat "tanzim-düzenleme" mânâsına gelse de ortalıkta nizam, intizam kalmaz. Evet, sanayi devriminin hız aldığı günlerde herkes köklü ıslahatlardan yanadır, lakin taklitçi inkılaplar yaraya merhem olmaz. Batı tarzı elbise vücudumuza oturmaz. En acısı da hainler döner dolaşır, güzel dinimizin terakkiye mani olduğundan dem vururlar. "İslâm imiş devlete pabend-i terakki Evvel yoğ idi işbu rivayet yeni çıktı!.." (Ziya Paşa) Peki Avrupa niye ileri gider de Osmanlı yerinde sayar? İşin doğrusu Batılılar, Akdeniz'de dolanamaz olunca Okyanuslara çıkar, Asya, Afrika, Amerika ve Avustralya'da insafsız bir sömürü çarkı kurarlar. Altın için çok can yakar, sarı, siyah ve kızıl derililerin analarını ağlatırlar. Çalar, çırpar, yağmalar, suçsuz insanları zincire vurur, köle gibi kullanırlar. Gariplerin iliğini kemiğini emer, zengin olurlar. Menfaatleri çatışınca aralarında rekabet başlar. Delicesine sanayileşir ve çılgınca silahlanırlar. Bize böyle kan ve gözyaşına bulanan paralar yaramaz, hesap gününe inanan elbette kul hakkından korkar. Kaldı ki Abdülaziz Han devrinde asırlardan beri gerilen meseleler kopma noktasına gelmiştir. Misal, Ruslar çok güçlenmiştir, Mısır ayrı baş çekmektedir, Kafkaslar zordadır, Ermeniler ayaklanmıştır, Balkanlar iğneli fıçıdır, misyonerler diledikleri gibi at oynatırlar. İsraf ve rüşvet önlenemez, borç gırtlağı aşar. "Para alan emir alır" hakikati mucibince konsoloslar her işe karışırlar. Hepsi bir yana heyecan kaybolmuştur, ordu eski ordu değildir, Kızılelmalar rafa kalkar. Abdülaziz hanın belki en büyük hizmeti devlete hedef çizmek olur, Berlin'den Bombay'a kadar "B" ile başlayan vilayetlere birer nokta koyar. Mâlum her kemâlin bir zevâli vardır. Osmanlı da yaşadığı muhteşem asırlardan sonra güçten düşer, derlenip toparlanmaya şiddetle ihtiyaç duyar. Ama ne mümkün! Abdülaziz han devletin başına çöreklenen (ekseri mason) paşaları yerinden oynatamaz. Yine de Müslüman tebaya uygulanmak istenen "Cod Civili" adlı "Fransız Medeni Kanunu"na karşı çıkar. Ahmed Cevdet Paşa'ya Mecelle'yi hazırlatır, batı yanlılarının heveslerini kursaklarında koyar. Genç Padişah modern bir ordunun önemini iyi kavrar, asrın silahları ile silahlanmaya bakar. Mühendishaneler, tersaneler açar, düşünün bizim çocuklarımız buharlı gemiler imal eder (% 100 yerli), Açe ve Endonezya'yı tenkile (tacize, katliama) giden İngilizleri Kızıldeniz'de çevirir, gerisin geri evlerine yollarlar. Abdülaziz Han, demir yolu, tünel, tramvay gibi projelere destek sağlar, sahilleri fenerlerle donatır, yeni limanlar açar. Ecdadın at sırtında gittiği ülkelere trenle vapurla seyahat eder, diplomasiyi kullanır, haklarımıza sahip çıkar. Paris'te şerefine verilen yemekte III. Napolyon "Ekselans! Biz Girit için en iyi çözümün Yunanistan'a terki olduğunu düşünüyoruz" deyince celallenir, "Osmanlı, Girit için 27 sene kan döktü. Her karışını şehit kanıyla suladı. Ordumda tek asker, donanmamda tek sandal kalana kadar bu mirası korurum, pazarlığa yanaşmam" der, adamı fena bozar. Hesaplar bozulunca Dindardır da, öyle ki Harameyn'den gelen dilekçeler okunurken ayağa kalkacak kadar. Medine postalarını yüzüne gözüne sürer "bunlarda" der, "Münevver beldenin tozu var!" Kur'an-ı kerimi çok okur nitekim şehid edildiği odada Yûsuf Sûre-i celilesini açık bulurlar. Hasılı Sultan, "hasta adamı" yıkma hesabı yapan Batılıları çok zorlar, para uğruna milyonlarca cana kıyan katiller ona da bir çarpı koyarlar. Bu kez maşa kullanacak kendileri hiiiç ortalıkta dolanmayacaktırlar... Kiniyle tanınan Hüseyin Avni Paşa işareti alır almaz işe koyulur, bazı safları da kullanır, çok konuşulacak bir darbeye imza atar...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.