Abdülaziz Hanın nasıl hal edildiğini anlatmıştık, Gelin sonrasını Pertevniyâl Sultânın yazdırdığı Sergüzeşt-nâme'den tamamlayalım. (İbnül-Emîn Ahmed Tevfîk) 1293 senesi, Cemâzil-evvelin yedinci günü darbe yapılıyor. Sabâha karşı, vâlide sultânı kaldırıyorlar. Gidip oğlu Abdül'azîz Hânı uyandırıyor. Halîfe başına gelecekleri hissediyor, "anne bunlar beni Sultân Selîm'e mi döndürecekler? Kime ne ettim?" diye soruyor. Vâlide Sultân "Avnî Pâşanın işleri" diyor. -Yalnız Avnî değil. Rüşdü ve Midhat Pâşalar da bu işe dâhil. Ben bu felâketi kırk defa rüyâmda gördüm. Cenâb-ı Hakkın takdîri böyle imiş. Gâvura yapılmaz! Salı günü kayıkla Topkapı Sarâyına götürülüp, 3. Selîm Hânın şehîd edildiği odada, habs olunuyor. O gün nasıl sağanak, ne şemsiye ne yağmurluk, su topuklarından akıyor. Kötü bir tasla soğumaya yüz tutmuş çorba gönderiyorlar. Kalfa çok utanıyor, ısrar ediyor da bir kırık tahta kaşık koparıyor. Halîfe, Abdest almak için, na'lın arıyor, bir takunyayı çok görüyorlar. Düşünün abdesthâneye yalın ayak giriyor. Üç gün kuru tahta üstünde aç, susuz bırakılıyor. Yine "irâde yoktur" bahanesiyle bir pijama verilmiyor, ıslak elbiseleri üstünde kuruyor. Sultân Murâd'a tebrîknâme yollasa da yerine ulaşmıyor. İhtilalci paşalar Abdülâziz Hânı 4 gün sonra Fer'ıyye Sarâyına götürüyorlar. İçeri girerken askerin biri göğsünden itip aşağılıyor. Kendinden ziyade annesi Pertevniyal Sultanın hakarete uğramasından endişe ediyor. Nitekim askerler edepten bi haber konuşuyorlar (ya da konuşturuluyorlar). Bomboş bir oda... İki gün sonra, yırtık pırtık eşyâlar geliyor. Muhafızlar ikide bir içeri giriyor, "kılıcını ver" diye taciz ediyorlar. Bir padişahtan kılıç almak kolay mı? Hele Abdülâziz Handan... Ancaaak... Ancak Pertevniyal Sultan hayatının hatasını yapıyor, belki baskılar azalır, hava yumuşar diye oğlunun kılıcını gizlice askerlere veriyor. Ertesi sabâh oğlunun odasında bir gariplik hissediyor. Kanadı ardına kadar açık kapıdan giriyor, ne görse beğenirsiniz ciğerparesi kanlar içinde... Belli ki mücadele olmuş, ortalık per perişan. Bir anne için en dayanılmaz an. Feryad figan... Halîfe henüz sağ, benzi bembeyaz, bariz bir şekilde "Allah" diyor. Hüseyin Avni kinlisi çığlıkları taaa Kuzguncuk'taki yalısından duyup (ne kulak varsa) geliyor. Bir zamanlar selâm duran adamlar arsızlaşıyor, Vâlide Sultânı ite kaka çıkarıyor, kulağındaki küpeleri, parmağındaki yüzüğü çekip alıyorlar. Halîfeyi eski bir perdeye sarıp, Ortaköy Karakoluna götürüyorlar. Cân çekişirken Rüşdü, Midhat ve Avnî Pâşalar geliyor, "hadi bizi azl etsene" diye alay ediyorlar. Vâlide Sultân, "Arslanımı şehîd ettiniz, beni de şehîd edin" diye haykırınca çeke çeke (yalın ayak, yaşmaksız, ferâcesiz) karakola götürüyorlar, ihtilalciler dertli kadıncağızı keyifle seyrediyorlar. Tıryal Hanımefendi gelip, "Cânım, Allah rızâsı için nâmûsu ile oynamayın. Hiç olmazsa araba ile götüreydiniz" diyor. Pâşalar, bu kez ona sataşıyor, ikisini derdest edip Yeni-Saraya (Topkapı'ya) yolluyorlar. Akılları sıra Valide Sultanı cinayet mahallinden uzak tutuyorlar. Kızlar ağası üç gün sonra Topkapı'ya girebiliyor. Onları kapatıldıkları odalarda aç, susuz, bitkin buluyor. Düşünün felaketten ancak 6 gece sonra birer kandilleri oluyor. 38 gün sonra tekrar Fer'iyye Sarâyına tıkıyor, kapı ve pencereleri çiviliyorlar. Valide Sultana 8 gün boyunca işkence ediyor "mallarının yerini söyle" diyorlar. Para el kiri, kime ne veriyor bilmiyoruz, 9'uncu gün, pencereler açılıyor. Abdülaziz Hanın mevt kağıdı tam bir komedi. Hüseyin Avni Paşa "intihar işte" deyip hekimlere zorla rapor imzalatmaya kalkıyor. Görmek istiyorlar. "O alelade biri değil" deyip cesedi saklıyor. Diyelim bir bileğini kesti, kesik bilekle öbürü nasıl kesilebilir ki? İmzaya yanaşmayan hekimlerden birini Trablusgarb'a sürüyor, diğerinin (Ömer Bey) apoletlerini söktürüp tard ediyor. Sonra tutuyor, "Sultân Abdül'azîz, sakalını düzeltmek üzere istediği küçük bir makasla bilek damarlarını açarak intihâr etmiştir" şeklinde bir tebliğ yayınlıyor. Padişahı katleden pehlivânlara yüzer altın mâaş bağlıyor, sırrı ifşâ etmelerini önlüyor. (Bilahare Yıldız Mahkemelerinde naaşı yıkayan imâmlar sultânın dişlerinin kırık, sakalının yolunmuş olduğunu belirtiyor, vücudundaki çürüklerden söz açıyorlar. Sıkıştırılan pehlivânlar yaptıklarını i'tirâf ediyor...) Organize işler... Ekip organize çalışıyor. Sultân Murâd'a yalan yanlış haberler gidiyor, ondan gelen emirler değişiveriyor. Pertevniyal Sultana reva görülen eziyet Abdülhamîd Hân tahta çıkıncaya kadar sürüyor. O günden sonra Abdülaziz Han'ın aile efradı Fer'iye Sarayı'nda münzevi bir hayat sürüyor, Yusuf İzzeddin Efendi ninesinin gönlünü hoş tutuyor, çok duasını alıyor. Valide Sultan, Abdülhamid Han'ın hanımı Müşfika Kadınefendiyi kızı gibi yetiştiriyor. Pertevniyâl Vâlide Sultan sabırlı, çilekeş, affetmeye meyyal olarak tanınıyor. Ancak oğlunun katillerini unutamıyor. Namazlarını müteâkip secdeye kapanıyor; içli içli ağlıyor. Beddua etmiyor ama ellerini açıp "Ya Rabbi! Canileri sana havale ettim" diyor. Böylesi bir şubat günü (1883) vefât eden Pertevniyâl Vâlide Sultan, Aksaray'da kendi adıyla anılan câminin türbesine defnediliyor. Ne dersiniz? O ahların bedeli ödendi mi acaba? Daha Abdülhamid ve Vahidüddin Hanlara çektirdiklerimiz var sırada. Encamımız hayrola! > Sadaka-i câriye... Pertevniyâl Vâlide Sultan'ın yaptığı hayırlar bıraktığı eserler sayılamaz. Ancak Aksaray'da cami, çeşme, muvakkıthane mektep ve kütüphaneden müteşekkil külliye (sebili de vardı, cadde açılırken yıktırıldı) mîmârimizde bir çığır açar. Adana ve Konya'da (Aziziye) yaptırdığı camiler de ondan aşağı kalmaz. İstanbullulara birbirinden güzel ve sanatlı 5 sebil 4 çeşme bırakır. Yahya Efendi Dergâhını onartır. Anadolu'yu (mesela Şebinkarahisar'ı) su yollarıyla donatır. Makamı âlâ ola.