Asya fatihi Timur Han

A -
A +

Türklerin ve Moğolların hoş bir gelenekleri vardır. Zor anlarda derhal bir kurultay toplar içinde bulundukları anı enine boyuna tartışırlar. İşte Belh'te toplanan Kurultayda Timur'a "Kutbeddin" "Cennet mekân" ve Sâhib Kırân" unvanlarını bağışlar, ona tabi olurlar. Timur kısa bir süre sonra başkenti Samerkand'a nakleder ve güçlü bir devlet kurar. Timur cesur olmasına rağmen ihtiyatlıdır, sefere çok iyi hazırlanır, planlarını inceden yapar. Rakiplerine toparlanma fırsatı tanımaz, muhatapları "neler oluyor" derken noktayı koyar. Nitekim, koca Harezm ülkesini ve Asya çıbanı Moğolistan'ı ezer, sonra gider Altın Orduları yıkar. Herat, Horasan, Turfan ve Karaşar'ın ardından Uyguristan'ı kendisine bağlar. Konuşuyoruz ama... Timur'un bahadırlık yönü bilinir ama tarihçiler onun derviş tarafını atlarlar. Halbuki o küçük yaşlardan itibaren bir talime, bir sohbete koşar. Türk-İslâm tarihini öğrendikçe ilme ve sanata olan meyli artar. Ulu Kâğan Moğolca'yı bilmesine rağmen hiç kullanmaz ama Türkçe'yi titizlikle koruyup kollar. Farsçanın yayılmasına mani olur, bunu ırk gayretinden ziyade ehl-i sünneti hakim kılmak için yapar. Osmanlı tarihçilerinin Timur'a bîtaraf yaklaşamadıkları vakıadır. Bakın şu işe ki Hıristiyanlar da ondan hoşlanmaz "zalim ve yıkıcı" olarak tanıtırlar. Onun hakkında uluorta konuşanlar, ne yazık ki devrin şartlarını göz ardı eder, "yapmasaydı, etmeseydi" gibi basit parantezler açarlar. Halbuki Timur'un başa geçtiği yıllarda Çağatay Hanlığı kargaşa içindedir. Yahudi tüccarlarla, Hıristiyan misyonerler at oynatırlar. Bunlar görünüşte işlerine bakarlar ama azıcık eşeleyince casusluk ağları gün yüzüne çıkar. Çaşıtlar ve uğrular yöreyi iyi tanır, ummadık anlarda kanlı kavgalar çıkarırlar. Hele Hindistan'ın hepten tadı tuzu kaçar, ne kadar fitnebaz varsa buraya demir atar. Timur bunları tek tek tespit eder ve alayını sınır dışı yapar. Fitne,fesat biter, devlet de, millet de düze çıkar. İranlılar Timur'a da Osmanlıya yaptıklarını yapar, daima arkasından vururlar. Hatta bir keresinde İsfahan'da bıraktığı hekimleri, imamları, memurları (çoluk çocuğu ile birlikte) doğrarlar. Eh Timur da bunu yanlarına koymaz, katliama bulaşanların tamamını kırar, 70 bin kelleden kule yapar. Acem palavrası... İşte Acemler o günden sonra Timur adının sonuna "leng" (aksak) ekini yakıştırır, akılları sıra büyük cihangiri alaya alırlar. Halbuki vücudu sağlıklıdır, taşı sıksa suyunu çıkarır, onunla gençler bile aşık atamaz. Timur Han birlikte yola çıktıklarını yolda bırakmaz. Yoldaşından da aynı şeyi bekler, kazıklanmaya dayanamaz. Mesela elinden tutup yücelttiği Toktamış Han hiç yoktan ayaklanınca derhal Altınordu seferine (1390-1391) çıkar ve devletini başına yıkar. Toktamış Hanın adamları çadırına kadar gelip bağlılıklarını sunarlar. Timur "ben emirine sadakat göstereni severim, vefasızlarla işim olmaz. Bugün Toktamış'a ihanet ettiniz, yarın bana etmeyeceğiniz ne mâlum" der, onları huzurundan kovar. İçinizden "hay ağzına sağlık" diyenler çıkabilir, ancak bu otorite boşluğu yörenin medeniyetten nasipsiz kabilelerine yarar. O güne kadar devlet olamayan Ruslar fırsattan istifadeye kalkarlar. Zaten vere vere... Timur Han, ilme fenne meraklıdır, peşpeşe medreseler açar, şifahaneler, rasathaneler kurar. Hayır hasenata o kadar para harcar ki bir ara bütçesi açık vermeye başlar. Bunu gidermenin bilinen bir yolu vardır: "Yeni vergiler koymak!" Vergi denilen şeyin adı bile soğuktur nitekim Şehy Sadi hazretleri punduna getirip sorar: "Bu kadar vergi çok olmuyor mu sultanım?" -Eee n'apalım biz vere vere bu hale geldik. Biraz da siz zorlanın. Timur, ardında hayırla yad edilecek eserler bırakır. Birçok velînin türbesini (Mesela Ahmet Yesevî ) yaptırmakla kalmaz, ülkeyi hanlar, hamamlar, kervansaraylarla donatır. Amu Derya ve Siri Derya arasında kanallar açtırır ve bölgenin refaha kavuşmasını sağlar. İpek üretimine, dokumacılığa, kağıt imaline destek verir, kenevir ve keten ekimini yayar. Timur, Moğol kanı taşıyor olabilir ama kendini "Türk" sayar. "Biz ki Melik-i Turan, Emîr-i Türkistan'ız, / Biz ki Türk oğlu Türk'üz; / Biz ki milletlerin en kadîmî ve en ulusu Türk'ün başbuğuyuz!..." diyerek tartışmaya "net" bir nokta koyar. Olmazsa olmaz... Bazı tarihçiler Timur'un Cengiz ailesi mensuplarının taşıdığı 'Küregen' (Gürgan-Gürgani) sıfatını annesinden aldığını, bazıları da bu payeye hanımı (Çağatay Prensesi Saray Mülh Hatun) sayesinde kavuştuğunu yazarlar. Timur, Cengiz ve Hülagu'nun açtığı yaralara yine onların vârislerinin merhem olacağına inanır, bu yüzden Moğolların mirasına sahip çıkar. Ünlü Cihangir Çağatayca konuşur ki, Osmanlıyla rahat anlaşırlar. Hepsi bir yana o da Anadolu halkı gibi Sünni-Maturidi inancına bağlıdır, insanımıza dost gözüyle bakar. Timur Han, Türklük için İslâmiyeti olmazsa olmaz bir unsur sayar. "Tecrübe bana gösterdi ki, din ve hukuk üzerine kurulmayan devlet, tavanı, kapısı olmayan eve benzer ve uzun yaşayamaz. Ben devletimin çatısını İslâm üzerine çaktım, kanunlar çıkarttım ve onlara aykırı hareket etmekten önce kendim sakındım" der. O sadece kelâm değil, kalem ehlidir, gelecek nesiller faydalansın diye tecrübelerini (Timurname) bir kenara yazar. (Gazanfer Şahin'in günümüz Türkçesine çevirdiği Timurname (Devlet Yönetmek) BKY tarafından bastırılmıştır.)

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.