Phil Knight, okul takımında uzun mesafe koşan bir atlettir ama öyle dişe dokunur bir rekor kıramaz. Neden diye soranlara "tesis yok malzeme yok" der, kabahati hep ayakkabılarında arar. Stanford Üniversitesinde master yaparken, "Japonya'da ayakkabı imal ettirip Amerika'da satmak" gibi bir konu üzerine kafa yorar. Phil mezun olur ama mevzudan kopmaz, eski antrenörü Bill Bowerman'ı da ayartıp iş âlemine yelken açar. Mr. Bill zaten yıllardır el yapımı bir ayakkabı üretmeye çalışmaktadır, bu konuda enteresan çalışmaları vardır. Mesela tost makinesine kauçuk döküp dondurmaya kalkmış pek de başarılı olamamıştır. İki ortak 500'er dolar vererek el sıkışır ve "Blue Ribbon Sports"u kurarlar (1964). Phil, Bill'in tasarladığı ayakkabıları, Ontsuka Tiger Co. Adlı bir Japon firmasına ürettirir ve master tezinin "gereğini" yapar. Logo 35 dolara 1971'de daha çarpıcı bir marka üzerinde fikir sivriltir ve "Nike" (eski bir Yunan tanrıçası) isminde karar kılarlar. Üniversiteli bir kızcağıza 35 dolar verip, ünlü "swoosh" logosunu yaptırırlar. Doğrusunu isterseniz kancaya benzeyen basit eğriliği beğenmezler ama bir 35 dolar daha vermeyi göze alamazlar. O hazzetmedikleri logo Coca-Cola şişesinden sonra dünyanın en bilinen simgesi haline gelir, gençlerin rüyasını süslemeye başlar. Dönelim geriye... Phil, Asya'da çok daha ucuza ayakkabı ürettirebileceği firmaların varlığını öğrenince Onisuka Tiger'la yolları ayırır (1972). Zaten ona göre önemli olan imalat değil, tasarım ve pazarlamadır. NIKE 1970-80 arasında birçok yeniliğe öncülük yapar. 80-81-82-83 ve 84 yıllarında (her yıl) % 44 büyüyen NIKE, ne yazık ki aerobik piyasasındaki hareketlenmeyi yakalayamaz. Pazar liderliğini Reebok'a kaptırır, hisse senetleri sürünmeye başlar. İki yıl içinde kârı % 80 erir, firma içi koordinasyon zayıflar. Düşünün 22 milyon çift ayakkabı depolarda kalır, ellerindeki malı çıkarana kadar göbekleri çatlar. O günlerde hangi taşı kaldırsalar altından Reebok çıkar. Hatta rakipleri Asya'daki atölyeleri de bağlar, soluk soluğa mal yaptırırlar. Yeniden yapılanma Phil Knight, "merkezi yönetimin getirdiği ataletten" kurtulmaları gerektiğini anlar. Küçük küçük takımlara ayrılır, ufak tefek işlere odaklanırlar. Ardından dikkat çekici reklam kampanyaları ile hücuma kalkarlar. Bu kez Michael Jordan gibi ünlüleri kullanır ve n'apar yapar NIKE'ın "teknolojik bir ürün" olduğunu anlatırlar. ABD gettolarında sokak basketbolu oynayan itilmiş zenciler NIKE giyiverince NBA'da oynayacaklarını sanır, bu uğurda gasp, soygun, kapkaç yaparlar. NIKE havalı tabanı ile spor ayakkabı endüstrisinde çığır açar. Hele "Just do it" (sadece yap) sloganı çok tutar. O hızla deri ürünler imal eden "Cole Haan" şirketini satın alır, normal ayakkabıları da spor tabanlarla donatırlar. Sağda solda NikeTown'lar yükselir, mağazaları doldurmak için golf, hokey, basket malzemeleri, kep, tişört, sandalet işine atlar, kemerden, saata, şorttan cüzdana, her sorulanı bulundururlar. Şak şak şak... ne güzel di mi? Kutluyoruz efendim.. Şimdi bakalım madalyonun arka tarafına. Üretim asla... "Yap sat dert al, al sat para kazan" derler ya Phil (havalı taban tesisi hariç) ısrarla üreticilikten kaçar. Malları Kore, Tayvan, Vietnam, Çin, Tayland, Malezya, Endonezya, Kamboçya, gibi ülkelerde yaptırır, hem ucuz işgücünden yararlanır, hem de peşin para kullanmaz. Garipler çek senet ne bulurlarsa alır, takside, vadeye ses çıkarmazlar. Ha bu arada işi kapıp, ileride rakip olurlar mı? Zor... Zira gençler kaliteden ziyade "etiket" arar, markayla imaj yaptıklarına sanırlar. Hoşlarına gitse bile duyulmadık ürüne mesafeli dururlar. NIKE tam 110 ülkeye yayılır, sınırlar ötesinde elini kolunu sallar. Gelgelelim AB ve NAFTA Doğu mallarına "kota" koyar, duvarları yükseltip firmalarını emniyete alırlar. Nayklarım ha! Uzak Doğulu imalatçılar daha ziyade serbest bölgelerde konuşlanır, pis, havasız, ışıksız binalara sokulurlar. NIKE taşeronları özellikle kadın ve çocuk çalıştırır, zira bayanlar daha muti olur, baskılara ses çıkarmazlar. Aracılar keyflerince bir düzen kurar, merhameti rafa kaldırırlar. Mesela Vietnam fabrikasında 56 kadın işçiyi (kıyafetlerini beğenmedikleri için) o sarı sıcakta fabrika çevresinde koşmaya zorlar, onlarcasını bayıltırlar. Yine bir dikiş hatası yüzünden onbeş kadını ayakkabılarla döver kafalarına kafalarına vururlar. Biliyor musunuz Asyalılar bu dayak şekline hâlâ "nayklamak" diyorlar. Hakaret ve cinsel taciz sıradan hadiselerdir, şikayetçiler muhatap bile bulamaz...