Anlatmıştık İspanyol işgalcilerle birlikte Amerika'ya çıkan Dominiken rahibi Bartolome de Las Casas yerlilerin durduk yere kırılmasını anlayamaz, bu zulmün durdurulması için Krala bir rapor yazar. İşte o tarihi vesikadan satırlar: Soydaşlarımız her biri İberya Yarımadası büyüklüğünde 10 bölgeyi kuruttular. Düşünün Sevilla'dan Kudüs'e gidip, geri gelebileceğiniz bir alanda tek baca tütmez, çocuk sesi duyulmaz. En iyimser rakamlarla 12 milyon insan öldürüldü ki bu cinayetleri "Hristiyanlık adına" işliyorlar. Masum insanların kökünü kazımak için her yolu deniyorlar. Bırakın direnmeyi, kaçmak kurtulmak isteyenlere bile izin vermiyor, onlara yabani hayvan muamelesi yapıyorlar. Yol boyundaki bir gübre yığını sizi ne kadar ilgilendirirse burada Kızılderili cesetleri o kadar dikkat çekiyor. Kimse dönüp bakmıyor, gören de umursamıyor. Halbuki yerliler bir zamanlar peşimiz sıra dolanır, bizim cennetten geldiğimizi sanırlardı. Can pazarı İspanyollar önce Hispaniola'ya (Haiti) ayak bastılar. Arawaklar (yerli halk) zararsız insanlardı, buna rağmen erkeklerini öldürüp, kadınları paylaştılar. Her istediklerini almalarına rağmen tatmin olmadılar. Yediler, içtiler, sızdılar, ahalinin alın teriyle ürettiklerine el koydular. Yeri gelmişken söyleyeyim Avrupalılar bir yerlinin otuz günde tüketebileceği yiyecekle ancak doyar. Ortalıkta gıda sıkıntısı başlayınca zavallılar tahıllarını saklamak zorunda kaldılar ancak kulaklarında yumruklar patlayınca getirip önümüze bıraktılar. İspanyollar Arawak liderlerinin eşlerine alenen tecavüz edip onurlarıyla oynadılar. Adamlar uğradıkları hakarete dayanamayıp tepelere çıktılar. Onları yırtıcı av köpekleriyle arayıp buldular ve lime lime doğradılar. İçlerinden savaşmayı düşünenler de çıktı ama bunların silahları bir çocuğunki kadar tesirsizdi, zırhlı süvariler karşısında dayanamadılar. Bu direniş İspanyolları kudurtmaktan başka bir işe yaramadı, girdikleri köylerde hamile kadınların karınlarını yardılar, bebeleri ayaklarından tutup kayalara çarptılar. Tek vuruşta kafa koparabilir misin, belinden biçebilir misin diye iddiaya tutuştular. Ortalık kana boyandıkça neşeleri arttı, kahkahadan kırıldılar. Vücudlarına kuru saman bağlanıp tutuşturulanlar... Ayaklarından asılıp ateşe sallandırılanlar... Bazılarının bileklerini kesip azad ettiler, az sonra kan kaybından ölecek olan zavallının telaşında eğlence aradılar. İtibarlı insanları ızgara üstüne oturtup yalvarttılar, onların halk üzerindeki nüfuzlarını kırdılar. Boğun gitsin Bir gece nöbetçiler üç beş yerli getirip işkenceye başladılar. Komutan feryatlardan bihuzur olmalı ki "yeter artık" dedi "boğun şunları da uyuyalım". Ama askerler keyflerinden vazgeçecek değillerdi, biçarelerin ağızlarına tıpa soktular. Onlara akla gelmedik ezalar yaptılar, sabaha kadar kıkırdadılar. Ben bu infaz müfrezesinin başındaki adamı yakinen tanıyorum ki bugünlerde siz kralımız efendimizin etrafında el oğuşturup durmaktadır. Hispaniola yerlileri az çok madencilikten anlardılar, bu yüzden onları altın bulmaya zorladılar. Altın azalınca Santa Domingo'daki tarım alanlarına (ki bunlar Sevilla büyüklüğünde elli şehri beslemekte zorlanmaz) götürüp çalıştırdılar. Karısı kızı ayağa düşen kızılderili reisi Ciguayos'a kaçtı. Onu yakalayıp, hırpaladılar, prangaya vurup Kastil'e yolladılar. Ama bakın şu Allah'ın işine gemi battı. Ambarlar dolusu altın (ki içlerinde 3600 castillian ağırlığındaki emsalsiz bir külçe de vardı) okyanusa gark oldu, kimseye yaramadı. Marien bölgesi ise Portekiz'den küçük değildi, reisleri Guacanagari adında güngörmüş biriydi. Kaptan Columbus bana bizzat bunların misafirperverliğinden söz etmişti. Gelgelelim Guacanagari de İspanyol katliamından kurtulamadı. Atın ateşe Ürettiği şekerle İspanya ekonomisini ayakta tutan Maguana devletinin reisi Coanabo'yı da teknede zincire vurdular. Lakin o gece fırtına çıktı ve limanda yatan yağma mallarıyla dolu 5 gemi battı. Coanabo'nun kardeşleri ayaklanmaya yeltendilerse de İspanyollar erken davrandılar. Xaragua krallığının sakinleri pek sanatkardılar ve hoş bir lisanları vardı. Tabiri caizse Kraliçe Anacaona bizi konuk gibi ağırladı. Ancak sömürge valisi bütün yerli liderleri şölene çağırdı. Kapıları kapadı binayı ateşe verip alayını yaktı. İspanyollar Higuey kraliçesi Higuanama'yı tebasının gözü önünde sallandırdılar, halbuki meriyette olan İspanyol kanunlarına göre suçlanamazdı. Zaten bunlar çocuk gibidirler suça meyilleri bulunmazdı. Erkekleri altın madenlerinde, kadınları ziraat işlerinde ter dökerken, genç kızlara yük hayvanı muamelesi yapıldı, Hristiyan efendiler ellerine kırbaç alıp yağlı bedenlerini tahtırevanlarla taşıttılar. Yetiştirdikleri ürünler ellerinden alınınca emzikli kadınların göğüsleri kurudu, bebeler açlıktan kırıldılar. Hele Kraliçe İsebella'nın ölüm haberi ulaşınca hepten şirazeden çıktılar. Zira onun yapılanları duymasından, kadınlık damarı kabarıp şefkate gelmesinden korkuyordular. Nasıl olsa... Bir keresinde yerliler on fersahlık yoldan geldiler ellerindeki yiyecekleri bize sundular. En ufak bir kışkırtma yoktu ama şövalyeleri şeytan dürttü bir anda kılıçlarına sarıldılar, kafileyi tamamen (en az üç bin kişi) paraladılar. Ada katliam haberleri ile çalkalanıyordu, huzursuzluk can sıkıyordu. Ben komutandan aldığım söze güvenerek bir barış toplantısı ayarladım. 21 lider katıldı. Lakin komutan ansızın verdiği sözden caydı ve adamları diri diri ateşe attırdı. Olur mu dedim, isyan ettim, bağırdım, çağırdım. Cevaba bakın: "Üzülme, bunlar nasıl olsa yanmayı hak edecek bir fiilde bulunacaklardı!" Öldüre öldüre Hispaniola'da yerli bırakmadılar. İş gücüne ihtiyaç duyulunca Bahamalıları toplayıp getirdiler, yarım milyon zavallıyı topraklarından kopardılar. Bir ara misyonerler Bahama'da Hristiyanlaştıracak insan aradılar. Düşünün, üç yıl dolandılar, sadece 11 kişiye rastladılar...