A. Cevdet, uslanmaz bir muhaliftir, Padişah (Abdülhamîd Han) ve hükümet erkânı hakkında yakışıksız ifâdeler kullanmaktan kaçınmaz. "Bir Rüya" adlı kitabı İsviçrelileri bile rahatsız eder, kapının önüne koyarlar. O da pılısını pırtısını toplar, Mısır'a kaçar, artık açıktan açığa bölücücülük yapar. Mesela Erzurum ayaklanmasında halkı isyana çağıran bildiriler hazırlar, akranları sükunet çağrısında bulunurken o yangına körükle koşar. Kavgacıdır, hırslıdır, kırıcıdır, nitekim İttihad ve Terakkî mensuplarıyla da didişir ve köprüleri atar. Fikri oturmamıştır, daldan dala konar, bu gün ak dediğine yarın kara der, bir ara tutar Adem-i Merkeziyetçilerin sözcülüğünü yapar. Abdülhamîd Han tahttan indirilince İstanbul'a döner, Cağaloğlu'nda bir apartman alır, adını "İdjdihâd evi" koyar. 1. Cihan Harbinin sonunda İttihâdçılar iktidardan düşer, o da gider kapağı Osmanlı Demokrat Fırkası'na atar (1910). Derken Kürt Teâlî Cemiyeti'ne katılır ve Vilâyât-ı Sitte'nin (6 şehrin) muhtariyeti için çalışmaya başlar. Anadolu üzerinde emeli olan sömürgeciler onu ve şakirtlerini ustalıkla kullanır, bir mânâda PKK'ya maya çalarlar. İngiliz muhibi İctihâd mecmuası, din aleyhinde yayınladığı yazılar yüzünden defaatle kapatılır. A. Cevdet, tekrar İsviçre'ye gidip, muhaliflere katılmak isterse de, İsviçre hükümeti içeri sokmaz. O da düne kadar sövüp saydığı İttihâdcılara yanaşır, bir nevi sığınma ihtiyacı duyar. Bakın A. Cevdet'in içindeki dışındadır, diğer batı yanlıları kırk kılığa girip kıvırırken o maske takmaz. Mesela Çanakkale'de Türk tarafını değil, İngiliz tarafını tutar. Hatta "medeniyet kapımıza kadar geldi, biz geri teptik" tarzında abuk yorumlar yazar. Tepki alacağını bilmesine rağmen şühedanın kanına bıçak çalar. Nitekim "İngiliz Muhibleri Cemiyetini" kurmasına kimse şaşırmaz. Zikrolunan cemiyetin nizâmnâmesini bizzat hazırlar, sömürgecilere çanak tutar. Kürdistan Teâlî Cemiyetinin faaliyetlerini de Londra'nın gösterdiği istikamete kanalize etmeye çalışır. Nasıl yani diye soranlar için yazalım: Kürdlerin Latin alfabesi kullanmaları için büyük çaba sarf eder İkdam'da Anglosakson eğitiminin yararlarını (!) sıralar. Her ne kadar Cevdet "iyilik hoşluk tazelik" mânâsına gelirse de yüzü çiçek bozuğudur, öyle ki tenhada görenin dudakları uçuklar. Ama dönüp de sıfatına bakmaz, (nefretinden olacak) tutar "Türklerin çirkinliğine" takar. Hatta "nesli ıslâh için Avrupa'dan (Macaristan ve İtalya'dan) damızlık erkek getirmeli" diye akıl satar. O günlerde Darwin'le düşüp kalkan çağdaş (!) ırkçılar "öjeni"yi (genlerin tercihli çiftleşme yoluyla tekamül ettirilmesini) savunurlar. Bu evrimci teori gerçekleşemese de bizim nesil Nataşaların elinden kurtulamaz. Ama ne cildimiz ağarır, ne boyumuz uzar, zührevi hastalıklar "tavan" yapar. A. Cevdet, Batı'nın yekpare bir üstünlük olduğuna inanır, öyle ki "artılarını alırken menfiliklere de katlanmalı" diyecek kadar. 1905'te çıkan bir yazısında şöyle der: "Medeniyet-i hazıra bir seyl-i huruşandır (çoşkun seldir) ki mecrasını Avrupa kıt'asında açmıştır, önüne gelen her mevaniyi (manileri) ba kemâl-i şiddet zir u zeber (alt üst) eder!" Ondan etkilenen devrimciler "Millet vazıhan (açıkça) bilmelidir! Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki ona bigâne olanları yakar ve mahveder!" cümlesini sık kullanırlar. Dostları ihbar Zekeriye Sertel anlatır: İşgal günlerinde beş-on arkadaş bizim evde toplanmış, İngilizlere karşı neler yapabiliriz diye konuşuyorduk. Aramızda Köprülü Fuat, Hasan Âli Yücel ve Ahmet Ferit Tek vardı. O yıllarda Cağaloğlu'nda Abdullah Cevdet'in kiracısıydım. Hakkında menfi şeyler işitmiş olmama rağmen yine de saygılı davranıyordum. Abdullah Cevdet ateist idi. Halk arasında dinin nüfuzunu kırmak için çalışırdı. Latin harflerinin kullanılmasından yanaydı. İnandıkları için savaşırdı, kaldı ki aramızda iyi komşuluk ilişkileri vardı. Onun kızıyla benim kızım arkadaştı, birlikte oynarlardı. Bir gün çocuğunu aramak bahanesi ile ansızın kapımızı açtı. O anda hararetli hararetli işgalcilere karşı nasıl mücadele etmemiz gerektiğini tartışıyorduk. Ondan zarar geleceğini sanmıyordum ama 24 saat içinde İngiliz polisi hepimizi topladı. "Gizli örgüt kurmaktan" Bekirağa Bölüğüne atıldık. Belli ki, Mütareke'de İngiltere'nin ajanlığını kabul etmek alçaklığına düşen ve İngilizler tarafından himaye edilen Abdullah Cevdet, efendilerine yaranmak için muhbirlik yapmıştı. Neyse yattık çıktık, bir gün ona rastladım bir şey olmamış gibi sırıttı. "Yaptığın alçaklıktan utanmadın mı?" deyip yüzüne tükürdüm ama onda utanacak surat ne arardı? Süleyman Nazif'in dediği gibi "sanki hayâ yüzünden tırnakla kazınmıştı." Hanımı Sabiha Sertel ise o günleri "Abdullah Cevdet, evinde oturmamıza katiyetle izin vermedi" diye anlatır, "kocam tutuklanmıştı, otele gidecek paramız yoktu, çoluk çocuk ortada kaldık. Ne eder, n'apardım? Kimin kapısını çalardım? Çaresizlik içindeyken Ömer Seyfeddin geldi 'Cancağızım, hiç üzülmeyiniz. Kalamış'taki evime yerleşiniz. Ben Ali Canip'in evine geçerim' dedi. Nasıl ferahladım anlatamam..."