Hem tabip hem velî Merkez Efendi

A -
A +

Bilirsiniz Osmanlılar, şehzadeleri Trabzon, Amasya ve Manisa'ya yollar, yanına Asitanenin en gözde âlimlerini, en tecrübeli komutanlarını katarlar. Şehzadeler bu küçük devletçiği idare ederek tecrübe kazanırlar. Elbette Amasya ve Trabzon da köklü birer kültür merkezidir, ancak saltanata yakın olan Şehzade Manisa'ya gönderilir. İşte Yavuz Sultan Selim de oğlu Kanuni'ye göz kulak olsun diye Sünbül Efendi'den seçme bir talebesini ister ki bu vazife Merkez Efendi'ye düşer. Manisa Sultan Camii'ne yönetici olarak atanan Merkez Efendi, Külliye içinde tam teşekküllü bir hastahane kurar. Soğuk algınlığı, kırık çıkık derken asabiye vakalarını bile tedaviye alır ve ünü yayılmaya başlar. Olacak bu ya bir ara Yavuz Selim Hanın hanımı Aişe Hafsa Sultan hastalanır. Nice hekimler gelir gider ama hepsi de çaresizlikle boyunlarını büker, ellerini iki yana açarlar. Sultan Selim dua istemek için Sünbül Efendisinin kapısını çalar. Büyük velî hem dua okur hem de "Muslihiddin Musa'yı aradınız mı" buyurur, "o iyi bir hekimdir, danışmakta fayda var!" Dualı macun Tatarlar at çatlatırcasına Manisa'ya koşarlar. Doğruca bimarhaneye giderler. Bir de ne görsünler. Merkez Efendi delileri avluya toplamış, taş dibekte ot kök tohum dövdürmüyor mu? Sonra öğütülen baharatı alır, balla, şekerle kaynatıp tadı hoş bir macun yapar. Kapısında bekleşen hastalara dağıtır, kalanını da ulakların eline sıkıştırır, İstanbul'a yollar. Hafsa Sultan biiznillah ayağa kalkar ve bu şifalı macunun bütün hastalara (hatta hasta olmayanlara da) dağıtılmasını arzular. Bu iş Sultan Camii müezzinine düşer. Müezzin Efendi halim selim bir adamcağızdır, kalp kırmaktan çok korkar. Herkese değsin diye macunları ufak ufak böler, renkli varaklara sarar. Ancak akın akın gelen kalabalığı görünce ani bir kararla minareye çıkar. "Nasibi olan alsın" diyerek serpmeye başlar. İşte o gün bu gündür Sultan Camii minarelerinden mesir saçarlar. Mesir'in ağrılara, sancılara, soğuk algınlığına, hazımsızlığa, iştahsızlığa, ağız kokusuna iyi geldiği bilinir. Dahası güç kuvvet verir. En hoş tarafı da hiçbir yan tesiri yoktur ve tatlı niyetine de yenir. Ama Manisalılar dahasına inanırlar. Onlara sorarsanız baharda mesir yiyen birini o yıl akrep yılan sokmaz, kızların bahtı açılır, çocuk hasreti çekenler hamile kalırlar. Zikredilen baharatlar elbette şifalıdırlar, hele bir de Merkez Efendinin duasıyla kaynayınca. Öyle ya Allahü teala dostlarının hatırına neler yaratmaz. Macun vesiledir o kadar. Yeşili anladık da... Merkez Efendi Manisa'da iken, Hocası Sünbül Sinân hazretleri hastalanır. Son anlarını yaşarken talebeleri "Efendim! Sizden sonra kime tâbi olalım" diye sorarlar. Büyük velî "taşradan ilk gelene" buyururlar. Tam o saatlerde Merkez Efendinin gönlüne bir kor düşer, derhal İstanbul'a koşar. Yorucu bir yolculuktan sonra dergâhın kapısını çalar. Sünbül Sinân'ın önde gelen talebelerinden Germiyanoğlu Yâkub postun onun hakkı olduğunu anlar ama yine de istihâreye yatar. Rüyâsında büyük bir meydan ve kalabalık bir meclis görür ki Server-i âlem dahi hazır bulunurlar. Merkez Efendi bir kürsüden "Tîn" sûresinin tefsîrini yapmaktadır. Başındaki sarık bâzan zümrüt zümrüt yeşillenir, bâzan zeytin gibi kararır. Yeşil tamamdır da siyahı neye yormalıdır? Yanıbaşındaki derviş "Yeşil zâhirî ilimlerde, siyah da bâtınî ilimlerde kemâle işârettir" diye fısıldayınca iş anlaşılır. Dergâhın idaresini tereddütsüz Merkez Efendiye bırakır. Sabilerin hatırına... Merkez Efendi mahlûkata şefkatle yüklüdür, kanadı kırık kuşları tedaviye alır ve büyük bir ihtimamla bakar. Aç hayvanlara dayanamaz, onu gören kedi yavruları, köpek enikleri adeta selâma dururlar. Yola çıktı mı yanına mutlaka kağıtlı şeker ve yemiş külahları alır, etrafını saran çocuklara dağıtmaya başlar. "Siz günâhsız ve mâsumsunuz. Bu yüzü kara ihtiyâr için duâ edin ki, kıyâmette yüzü ak olsun" der. Çocuklar mırıl mırıl duâya başladılar mı iki göz iki çeşme ağlar, "Yâ Rabbî" diye yalvarır "benim yüzüm yok, şu mâsumların hatırına..." Merkez Efendi bir gün talebelerini toplar, vasiyetini yapar ve Kelime-i şehâdet getirerek güzel gözlerini yumar. Şeyhulislâm Ebüssü'ûd Efendi onun naaşını bizzat yıkar, namazını kıldırır ve defnini eliyle yapar (Hicri 959). Cenazesine o kadar çok çocuk katılır ki cemaat "nerden geldi bunlar" der, çok şaşırırlar. Mesir yapmak kolay mı? Aklınıza gelmiş olabilir, sahi ünlü macunun içinde neler vardır ve nasıl hazırlanır? Önce bir kazan kurulur ve kaynamaya başlayan su içine zencefil, zulunba, kremtartar, kişniş, kebabiye, havlıcan, Hindistan cevizi, anason, hiyerşambe, çam sakızı, zağfiran, tarçın, tarçın çiçeği, üdü-l kahr, çöpçini, hardal, eksir, çivit, meyan balı, gün balı, tiryak, sarı helile, raziyane, kimyon, zerdeçal, çörekotu, dar-ı fülfül, ravend, limon tuzu, kakule, şamlı, vanilya, Hind çiçeği, galanda, tekemersini tohumu gibi 41 çeşit baharat atılır. Macun limon, portakal kabuğu, bal, şekerle tatlandırılır. Ağdalaşıncaya kadar kaynatılan mesir koparılıp koparılıp varaklara sarılır. İş, bir macunun yapılıp, saçılması gibi görünse de böyle bir geleneği 5 asır sürdürebilmek basit bir hadise değildir. Bunu bir yıl bile aksatmadan becerebilen bir milletin karşısında düğme iliklenir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.