Şarlo çapkın bir adamdır, birlikte başrol oynadığı "artizleri" nikah masasına oturtmaya bakar. Lita Grey ve Paulette Goddard'ın ardından O'Neill'in kızını kervana katar. Aşkları kadar ayrılıkları da konuşulur, babalık davaları ile magazin basınında irice bir yer tutar. Reklamın iyisi kötüsü olmaz derler ya, Şarlo işi kapar, gazetecilere malzeme olmaktan kaçmaz. Gelgelelim fedareller, magazincilere benzemez, adı Komüniste çıkınca ensesinde biter, nefes aldırmazlar. Şarlo'nun kitlelere yön vermek gibi bir derdi var mıdır bilmiyoruz ama sinemanın gücünü kullanır ve baskılara pabuç bırakmaz. O günlerde fizikçi Einstein da şaibeliler arasındadır. Bir toplantıda Şarlo'ya "siz büyük bir adamsınız" der, "sizi herkes anlıyor, size herkes hayran..." Şarlo, "Siz daha büyüksünüz" diye yapıştırır: "Sizi kimse anlamıyor ama yine de hayranlar!" Doğrusu Şarlo ezilenin yanında olmaya bakar, hiçbir zaman fukaraya sataşmaz. Ya bir aristokratın kabasını tekmeler ya da bir kontesin suratına pasta atar. Hasılı o sokaktaki küçük adamların yapamadıklarını yapar. Azıcık da politika Şarlo Musevilerle düşüp kalktığından olacak Nazilere karşı "ikinci bir cephe" açar. Hitler ile alay ettiği "Diktatör" filminde (1946) sık sık nasihat buyurur, "... zalimler böyle sözler vererek iktidara geldiler. Ama sözlerini tutmuyorlar ve hiçbir zaman da tutmayacaklar! Diktatörler kendilerini kurtarır ama halkı köle gibi kullanırlar! Askerler, kendinizi bu adamlara adamayın! Sizi hor görüyor, hayatınızla oynuyorlar. Duygularınıza düşüncelerinize hükmetmeye kalkıyorlar. Sizi hayvan gibi şartlandırıp, aç biilaç topun ağzına sürüyorlar. Siz makine değilsiniz, yüreğinizde insan sevgisi taşıyorsunuz! Nefrete kapılmayın, kölelik uğruna değil özgürlük adına savaşın" şeklindeki konuşup "aşikare" propaganda yapar. Aslında Hitler neyse Mussolini ve Franko da odur. Hoş, Stalin, Churchill ve Roosevelt de aşağı kalmazlar, alayı diktatördür ve kanı kanla yıkarlar. Lâkin Ruslar filmleri dolu dolu "kullanır", Amerikalılar sadece "kıllanırlar". ABD'den kovulunca Şarlo senatör, bakan olacak değildir, siyasetten bir şey beklemez, sadece yaşadıklarını anlatmaya bakar. Ancak kapitalist dünyadaki çarpıklıkları beyazperdeye taşıdıkça Bolşevikler el oğuştururlar. Şarlo, SSCB'den gördüğü sıcak ilginin tesirinde kalır ve "Mavi Sakal" filmiyle patronların ve askerlerin nasırına basar. Hükümet onu birden bire ablukaya alır, vergi daireleri firmasını sıkıştırmaya başlar. Politikacılar ve köşe yazarları düğmeye basılmış gibi karalama kampanyası açarlar. Şarlo ABD vatandaşı olmadığı için yargılanamaz ama bu ülkede barınmak için başkanlara yağcılık da yapmaz. Savaş kışkırtıcılarına çanak tutacak yerde "alın Amerikanızı başınıza çalın" der köprüleri atar (1952). ABD Adalet Bakanlığı bunu fırsat bilir, ona ülkeye giriş yasağı koyar. İngiliz hükümeti o gün de Amerika'nın dümen suyundadır, kendi vatandaşına sahip çıkmaz. Şarlo da pılısını pırtısını (ve tabii ki dolarlarını) toplayıp İsviçre'ye yerleşir, keyfine bakar. Sopsoğuk savaş! Şarlo 1957'de yaptığı "New York'ta Bir Kral" filmi ile Sam Amcayı topa tutar. Sınırdışı olmasına sebep olan "Amerika'ya Karşı Faaliyetleri Soruşturma Komitesi"ni, Amerikan hayat tarzını ve anlamsız televizyon reklamlarını alaya almaya başlar. Conylerin nasıl "egoist" ne kadar "aptal" olduklarını anlatır ve sistemi ciddi ciddi sallar. "Bu herif kesin kızıl" diyen istihbaratçılara aldırmaz, inadına Sovyet Başbakanı Nikolay Bulganin'le görüşür, ardından Çu En Lay ile yemek yeyip düşman çatlatırlar. ABD ve İngiliz hükümetleri saldırdıkça fimleri yok satar, Demirperde pazarında da yer bulur, sinema sektöründe iyice bir yer tutar. Gün gelir dünyanın dört bir yanında Şarlo taklitleri çıkar, bilirsiniz Sadri Alışık bile Turist Ömer tiplemesi ile bir nevi "Şarloluk" yapar. Sahteleri Şarlodan ziyade Şarlocu olurlar. Nitekim kimliğini saklayarak katıldığı "en iyi Şarlo" yarışmasında ancak 8'inci olabilir finale bile kalamaz. Şarlo "kendi de çevirse" sesli sinemaya karşıdır ona göre sanatçı yüzündeki ifadelerle konuşmalıdır, öyle ya sesli filmi herkes yapar. Sövgüden övgüye ABD ve İngiliz hükümetleri bu kavgadan yenik çıkar. Zeminin kaydığını hissedince tükürdüklerini yalar, Şarlo'yu kazanmaya bakarlar. Şarlo solcu da olsa kendi çocuklarıdır ve kafasının içindekiler kimseyi ırgalamaz. O ki bu adam kitleleri etkilemektedir, ondan istifadenin yollarını aramalıdırlar. 70'li yıllardan itibaren Şarlo'nun iade-i itibarı için gösteriler yapar, işbirlikçi gazeteler boy boy resimlerini basıp, röportajlarını yayınlarlar. ABD halkı mal gibidir, dürtüldüğü yöne akar. Dün ağız dolusu sövenler, bugün övmeye başlar, karaladıkları adamı kahramanlaştırırlar. Şarlo artık yaşlı bir adamdır, her ne kadar çocukluğunun geçtiği sokakları özlese de CİA'dan öcü gibi korkar. Gelgelelim buna da çare bulur, önüne "Özel Oscar Ödülü" gibi "cazip bir yem" atarlar (1972) . Onu Amerika'da krallar gibi karşılar, ayakta alkışlarlar. Amerika da rüzgar esse nezle olan İngilizler de altta kalmaz. Kraliçe II. Elizabeth, 86 yaşındaki Şarlo'ya "şövalye" ünvanı bahşedip gönlünü almaya bakar. Şarlo soğuk bir kış günü, (25 Aralık 1977) ölür ve badem gözlü olur. Kuyusunu kazanlar, yasını tutarlar.