Atilla'nın Roma kapılarına kadar dayanmışken düşmanlarını affettiğini anlatmıştık, ancak düşmanları ona acımaz İldiko adlı bir kadın aracılığı ile zehirleyip ortadan kaldırırlar. Hunlar, Başbuğlarına muhteşem bir cenaze merasimi yaparlar. Atilla'nın cesedini altın bir tabuta koyar, altın tabutu gümüş sandığa oturtur, ikisini birden demir muhafaza içine alırlar. Bilinmeyen bir yere götürür ve derin bir çukur kazarlar. Sonra mezarının yanından geçmekte olan bir çayın mecraını değiştirir, kabri sular altında bırakırlar. İşi biten ameleleri külliyen kırar, kabrin yeri hakkında şahit bırakmazlar. Atilla kaç kadınla evlenir bilmiyoruz ama baş kadını Arıkan'ı ayrı tutar. Ölümünden sonra Arıkan'dan doğan üç oğlu llek, Dengizek ve Irnek tahta çıkar ama babalarının yerini dolduramazlar. llek Cermen kavimleri ile savaşırken ölür. Dengizek çok cesurdur ama habire boğuşur, bir lahza durup da etrafına bakınmaz. Bizanslılar onu kolayca tufaya getirir ve zorlanmadan haklarlar. Kim barbar? Irnek'in ise Avrupa'da tutunmak gibi bir kaygısı olmaz, takar adamlarını peşine, huzuru ata topraklarında arar. Elbette Macaristan'da yüzbinlerce Hunlu kalır, hoş Macaristan'ı bugün bile "Hungary" adıyla anarlar. Gelgelelim bunlar Hıristiyanlaşınca kimliklerini unuturlar. Orta Asyanın yağız atlı süvarileri Papa'ya köle olurlar. Yıllar sonra Avrupa'ya giren Osmanlılar en fazla Macar orduları karşısında zorlanırlar. Atilla'nın ölümüyle Bizans derin bir nefes alır, tekfurlar yine alavereyle dalavereyle ayakta kalırlar. Sahi Atilla sadece önünde durulmayan bir istilâcı mıdır? İlim ve sanat adına hiç mi bir şey yapmaz? Kabul etmek gerekir ki Hunlar tez canlı insanlardır, ekip dikmekle uğraşamaz, taş üstüne taş koymazlar. Tarladan hasat almak için mevsimleri beklemek yerine, yağmaya çıkarlar. Her göçebe gibi onlar da yıldızlı semadan kopamaz, rüzgar nereden eserse o yana döner, yatağına küsen ırmaklar gibi meçhule akarlar. Evet, Hunlar savaşçıdırlar ama kan dökmekten hoşlanmaz, kentleri yıkmaz, sanat eserlerini korur, anlaşmalara sadık kalırlar. Atilla, İtalya'da doludizgin ilerlediği günlerde kiliselerden birinde büyükçe bir tablo görür ki güya taht üzerinde oturan Roma İmparatoruna altın tepsi içinde hediyeler sunmaktadır. Atilla, tabloyu yapan ressamı buldurtup sorar: "Ben kimseye vergi vermedim, aksine aldım ve almaktayım." - Bunu bilmiyordum. - İyi, şimdi öğrendin işte. Git boyalarını fırçalarını al gel ve hatanı düzelt! Ressam Atilla'yı tahta oturtup malzemelerini toplar. Hun Hakanı "olmadı ama" der, "imparatorunu unuttun! O önümde diz çökmeli ve tepsi içinde bana hediyeler sunmalı!" Bütün bunları söylerken ressamı incitmez ve hoş tutar. Halbuki istese o kiliseyi yakar, yıkar, adı geçen ressamı dilim dilim doğrar. Atilla'nın çocukluğu Roma'da geçtiği için diğer Hun liderlerine benzemez. Tutar Macaristan sınırları içinde Attila şehrini (Etzelburg'u) kurar, başkent yapar. Burada okumuş yazmış insanları barındırır, yerleşik düzene geçmek için çok çabalar. Şehri Romalılar gibi hanlar, hamamlarla donatır, konuklarını sarayında ağırlar. Düşünün ilk kez bir Hun başbuğu çatı altına adım atar. Elbette bu ahşap saray Romalılarınki gibi muhteşem değildir, öyle göz filan da kamaştırmaz. Lâkin işi bilenler Türk motiflerinin altında yatan ince zevki yakalarlar. Hun sanatkârları çağın önünde gider, nefis kılıçlar, kalkanlar, pulluklar yapar, pratik usullerle un öğütür, gıda saklama hususunda Avrupalılara fark atarlar. Atilla, tacirleri korur ve kollar, onun devrinde Hun kervanları, Çin'e ve İran'a uzanırlar. Türkler ticaretten hoşlanır, para edecek malın kokusunu Rumlardan Cenevizlilerden önce alırlar. Hunlar zaman zaman Çin ve Moğol etkisinde kalsalar da dillerini korurlar. Macarca'da hâlâ pek çok Türkçe kelime bulunur, zaten Ural-Altay dil grubuna bağlıdırlar. Ah o şamanlar ! Atilla dünyanın en büyük hazinesine sahip olduğu halde, askerleriyle birlikte yaşar, onlarla yer içer, ordugâhlarda yatar. Batılılar bir Türkü asla anlayamaz, Hun İmparatorluğuna "Çadır Uygarlığı" yakıştırması yaparlar. Efsane Kağan şatafattan hazzetmez, altın gümüş takmaz. En büyük eğlencesi avlanmaktır, atına bindi mi adeta dünyadan kopar. Atilla, istihbarata çok önem verir, belki de bu yüzden saat gibi tıkır tıkır işleyen bir posta teşkilatı kurar. Gelgelelim koca hakan kara kuru falcılara inanır, sırf bu yüzden Roma'yı ve İstanbul'u almaz, dünyayı Roma belâsından kurtarmaz. Yine şamanlara kulak asıp oğulları arasında ayırımcılık yapınca, öldüğü gün kargaşa çıkar. Vârisleri birbirlerini kırar, devleti güçsüz bırakırlar. Atilla der ki... Savaşa başlarken ve masaya otururken her ihtimali göz önüne al!.. Ve kendini en kötü duruma hazırla! * Başbuğların yüksek hedefleri olmalıdır, zira sığ gayelerden, sathi neticeler bile çıkmaz. * Güçlü düşmanla boğuşup kırılmaktansa kaç ama cenk tavına geldi mi peşlerini bırakma! * "Ya bir gün yerime otururlarsa" endişesi ile becerikli insanların önünü tıkama. * Gücünü artırıyorsan artır, artıramıyorsan hasmının zaaflarını kolla! * Düşmanın büyüğü küçüğü olmaz. Üç beş atlıyı bile hafife alma!