İsyankâr keşiş Martin Luther

A -
A +

Almanlar çiftçiliğe çok önem verir, toprakları paylaşmaktan ısrarla kaçarlar. Bütün arazileri evin küçük oğluna bırakır, ocağı tüttürmeye çalışırlar. Hasılı küçük kardeşler varlıklı ve güçlü kalır, diğerleri başlarının çaresine bakarlar. İşte Martin'in babası da (Hans Luther) evin büyük oğlu olduğu için topraktan hisse alamaz, gider şansını maden ocaklarında arar. Önce Eisleben, sonra Mansfeld'de işçilik yapar. Şehirde de yaşasa dediğim dedik bir köylü olarak kalır, hanımına söz hakkı tanımaz. Ona göre çocukların uyku ve yemek kadar "dayağa" da ihtiyaçları vardır ve onları sopalamayı "ihmale gelmez" bir "vazife" sayar. Hans Luther bir ara gözünü karartıp maden işletmeye başlar. Artık iyi kazanırlar ama hanımı Margaret eskiden kalma alışkanlıklarla çul çaput saklar, karda yağmurda çalı çırpı toplar. Hâlâ eziktir, gölgesinden korkar. Bay Hans piyasanın içinde olduğu için kolay kül yutmaz, Cennet'ten yer satanlara güler geçer, eşiğinde dikilen keşişlere "hadi başka kapıya" der, başından savar. Hurafe pazarlarlar Ancak Margaret tam yolunacak kazdır! Papazların dediklerine yürekten inanır, elindekini avucundakini onlara bağışlar. Hal böyle olunca zavallı kadını ürkütür, korkutur, vesveselerini kamçılarlar. Margaret her kapının arkasında bir cüce, her dağın ardında bir dev olduğunu sanır, vampirli, cadılı masallardan ödü kopar. Ona göre ormanlarda, dağlarda, mahzenlerde ve çatı aralarında kötü ruhlar dolanmaktadırlar. Mesela göle taş atan biri kesinkes başına iş açar. Bugün yarın gök gürler, belki de fırtınalar çıkar. Kuruntuları kulağına gitgide yaklaşan felaketin ayak seslerini taşır ve eteğini tuttuğu gibi kiliseye koşar. Avuç dolusu para verip tahta haçlar, efsunlu kağıtlar, kutsal sular almaya bakar. İşte onun böyle boş şeylere para kaptırması kocası Hans'ı çıldırtır. Gider öfkesini çocuklardan çıkarır, alayını pataklar. Sonunda olan olur, abisi teselliyi meyhanelerde arar, ayyaşlarla düşüp kalkmaya başlar. Martin ise içine kapanır, dostlarından bile kaçar. Martin, 1488'de Mansfeld'teki Latin okuluna yazılır. Bu düşünülüp taşınılmış bir seçim değildir, zira öncelikle evden kurtulmaya bakar. Ancak böylesi mekteplerde eğitim hiç de kolay değildir. Çocuklar sabah 5'te kalkıp akşam 5'e kadar ders yaparlar. Öğle paydosunu çıkarırsanız 10 saat boyunca uyanık olmak, dualar, ilahiler ve ağır gramer kaideleri ezberlemek zorundadırlar. Bir dönem sonra Almanca konuşmaları yasaklanır, ufacık çocuklar meramlarını anlatabilmek için Latincenin kafasını gözünü yararlar. Bütün sınıflar bir arada ders gördüğü için kimin kaçıncı sınıfta olduğu belli değildir, nitekim öğretmenin biri Martin'i ilk geldiği günlerde Donatus gramerinden imtihan eder ve çevire çevire dövüp, azarlar. Martin, bakar burada ne uzayıp ne kısalacak, Magdeburg'a gider, Elbe Nehri kıyısındaki "ünlü okullar"dan birinde okumaya başlar. Burası da kilisenin hakimiyetindedir, çocukları ikide bir ayine alırlar. Martin özellikle müzik dersinde başa oynar, titrek nağmelerle insanları etkilediğini hissedince sesini pazarlamaya başlar. Okuldan çıktıktan sonra zengin konaklarının eşiklerine çöreklenir, ilahiden ilahiye geçer ve bahşişi kapar. Bu da bir nevi din ticaretidir ama kilisenin yaptıkları yanında... Manastıra kapanınca Martin bazen kalemi ile baş başa kalır ve kendince bir şeyler karalar. O günlerde Gutenberg matbaayı yeni yeni oturtmaktadır, basacak eser arar. Martin'i ciddiye alır ve "Kaybolmuş Canın İnlemesi ve Acısı" adlı kitabını basar. Martin burada korkularını dile getirir, zaten o "melankolik" havadan hayatı boyunca kurtulamaz. Martin henüz 14-15 yaşlarında iken Eisenach'taki akrabalarının kapısını çalar ama yakınları o kadar fakirdirler ki ne yer gösterebilir ne de sofra çıkarırlar. Martin sağda solda ilahiler söyler, bir manada dilencilik yapar. İşte böyle yanık yanık haykırdığı günlerden birinde Ursula Cotta adlı bir kadın ona sahip çıkar. Ursula en az anası kadar mutaassıptır ama hayattan da tad almaya bakar. Martin'in bu evde kendine güveni artar, gider Erfurt Üniversitesine yazılır, felsefe okumaya başlar. Ancak babası onun hukukçu olmasını çok arzular. Öyle ya bir prensin danışmanı olabilirse para su gibi akar, servetine servet katar. Martin felsefe eğitimini tamamladıktan sonra sırf ailesinin gönlü olsun diye hukuka da başlar. Artık babası ona "siz" diye hitap eder, oğlunu yere göğe sığdıramaz. Ancak Martin, insanlar hakkında hüküm vermekten hiç hoşlanmaz. Suç işliyormuş gibi bir duyguya kapılır ve ani bir kararla Augustinusçuların manastırına kapanıp keşişliğe kalkar. Bunu duyan babası çileden çıkar, bağırır, çağırır, söver, sayar... Bu manastırın keşişleri de diğerleri gibi kapı kapı dolanıp teberru toplarlar. Martin artık gülmez, konuşmaz, soğuk, karanlık ve rutubetli bir odada umutsuzca yaşar. Manastırdaki yıllarını tamamladığında etrafındakiler ona sütten çıkmış ak kaşık muamelesi yapsalar da sıkıntılarını aşamaz. Daha çok okuyup papaz olur ama aradığını yine bulamaz. Kendi değersizliğini fark eder ve kimsenin günahını affedemeyeceğini anlar.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.