Mezomorto Hüseyin Reis

A -
A +

Delikanlı âleminde mort ölü demektir, ki aslen İtalyanca bir kelimedir. Mezo ise (mezo-derm, mezo-soprano, mezo-Amerika'dan hatırlayın) orta manasına gelir. Mezomorto akla "orta ölü", "yarı cesed" gibi bir mefhum getirir. Eveeet şimdi mevzumuza gelelim. Mağripli Hüseyin din gayreti olan gözü kara bir gençtir, akranlarının çelik-çomak oynadıkları yıllarda levent olur, ünlü reislerin emrinde deryaya çıkar. Kürek çeke çeke pençeleri güçlenir, halata asıla asıla omuzları genişlemeye başlar. O günlerde Venediklilerle sıkça karşılaşırlar ve birçoğunun canını yakar. İşte Bahr-i sefid üzerinde çıkan mutad çatışmalardan birinde seren direğinden sarkan urgana yapışıp düşman kalyonuna atlar. Bir düzine şövalye onu araya alır, vurur da vururlar. Ciğeri delinir, boğazı kesilir, gözleri kayar. Damarları boşalır, cildi kül gibi solar. Kefereler onu öldü sanır, kollarından bacaklarından tuttukları gibi Türk kadırgasına savururlar. Hüseyin külçe gibi güverteye düşer, âdeta kemikleri çatırdar. Ki bu darbe bile yeter, artık taş olsa dayanamaz. Can çıkmadıkça... Öldürmeyen Allah (Celle Celalüh) öldürmez derler ya, delikanlı hafifçe gözlerini aralar, Kelime-i şehadet söylemeye çabalar. O devirde mahir hekimlerimiz vardır, Akdeniz'in bereketli topraklarından topladıkları otları kökleri kaynatır, sırrını erbabına fısıldadıkları iksirler, merhemler yaparlar. Nitekim yiğidimiz de toparlanır, tez günde ayağa kalkar. Olur mu olur, şifa Allah'tan... İki ay, üç ay... Artık ne kadar geçer bilmiyoruz ama yüzüne renk gelir, bileklerine kan yürür, kılıcını eskisinden sert kavrar. Venedikliler bir sonraki kavgada onu karşılarında görünce çok şaşırırlar. Ve bu kanlı canlı hayaletin adını "Mezzomorto"ya çıkarırlar. Hüseyin girdiği cenklerin sayısını hatırlamaz, zekâsı ve cesareti ile göze batar. Onun hasımlarına ters gelen bir tarzı vardır. Bir kere denizi ve rüzgârı iyi tanır ve iyi kullanır. Asla acele etmez, âdeta zaferi koklar. Rakiplerinin zaafını kollar, gediğini buldu mu taşını koyar. O günlerde Cezayir'i "dayı"lardan sorarlar. Şehir içinde esnaf işine gücüne bakar, sanatkârlar ufak tefek tıkırdar. Muharipler ise teknelere doluşup deryaya çıkarlar. Hücum üzerine, hücum tazeler, Avrupalıları bunaltırlar. En iyi müdafaa saldırmaktan geçer, derler ya onu yapar, katilleri limanlarından çıkarmazlar. Fas, Cezayir, Tunus... Bunlar her ne kadar Dersaadet'e (Halifeye) bağlı iseler de mahalli meselelerde inisiyatif kullanırlar. Hoş, Osmanlılar salahiyet paylaşmaktan sakınmaz, 18 yüzyılda Amerikan Hükümeti "Akdeniz'de dolanma izni" isteyince "gidin dayıya danışın" der, onları Cezayir'e yollarlar. Cezayir Dayısı "önce paraları görelim" der ve Bush'un dedelerinden 642.500 altın haraç alır. Adamlar ödemeyi nakit yapar ve hazırladıkları anlaşma metnini önüne koyarlar. Dayı İngilizce metni yırtar atar, katibine bir Osmanlıca, bir Arapça "cuvazat" yazdırır ve mührünü basar. (ABD'nin tarihi boyunca imza attığı İngilizce olmayan tek evrak bunlardır. Ne hale geldik yaa, işe bak!) Zikrolunan anlaşma Besmele-i şerif ile başlar ve Amerikalıları "kökleri Hristiyanlığa dayanmayan bir halk" olarak tanımlar. Fas Emiri ise makûl bir insandır, yılda 40 bin altın haracı yeterli bulur, "ayakları alışsın" hesabı indirim yapar. Neyse... Biz yine dönelim Mezomorto Hüseyin Reis'e... Venedik, İspanyol ve Maltalı gemicilerin Akdeniz'de nefes alamadıkları yıllarda Fransızlar (Kanuni'den kopardıkları kapitülasyonlarla) rahat dolanır, deli para kazanırlar. Nankörlük işte, mösyölere huzur batar. Ortada sebep bahane yokken Cezâyir önündeki adayı ele geçirir (1663), kaleye kurulurlar. Ancak leventler bir fırsatını bulup kaleyi geri alır, işgalcileri kovarlar. 14. Lui bunu hazmedemez, gurur meselesi yapar. Üç yüz gemiyle Cezayir'i kuşatır, şehri gülle yağmuruna tutar. O günlerde Dayı olan Baba Hasan, halim selim bir insandır, dövüşten anlamaz. Nabızlarını tutsun, ağızlarını arasın diye Mezomorto Hüseyin'i Fransızlara yollar. Haçlılar elçiye zeval verir, Reisimizi rehin alırlar. O da yüksekten atar, sulhu sağlayacak yegane ismin kendisi olduğunu söyleyip Amiral'in gözünü boyar. Amiral Duguesne inanır, onu kaleye geri yollar ve hayatının hatasını yapar. Hüseyin Reis ve arkadaşları derhal şehrin yönetimine el koyar görülmemiş bir kavga başlatırlar. Amiral askerlik hayatında hiç bu kadar zorlanmamıştır, Müslümanların sabrını sebatını anlayamaz. Deniz üzerinde kala kalır, gece gündüz sallanıp dururlar. İmparator bakar mesafe alınamayacak, muhasaraya nokta koyar. Sultan (4. Mehmed Han) çok sevinir, gönderdiği fermanla Hüseyin Reis'i Cezâyir Beylerbeyi yapar... Kuzey Afrika'da kaygan bir zemin vardır, zaman zaman tatsız isyanlar çıkar. Nitekim 1686 yılında Tunuslular ayaklanırlar. Hüseyin Paşa, buraya İbrâhim Hoca idâresinde bir kuvvet yollar, sükuneti sağlar. Ortalık bulandı ya Fransızlar kargalar gibi üşüşür, kargaşadan istifadeye kalkarlar. Mareşal d'Estrees emrindeki donanma Cezâyir'i topa tutar (1688). Daha birkaç yıl evvel "barışalım" diye yalvardıklarını unuturlar. El mi yaman!.. Denizden yağmur gibi gülle yağdıran gemilere ne yapılabilir ki? Hiç! Hüseyin Reis onlarla anladıkları lisandan konuşur, gider Fransız sahillerini basar. Bir anda limanlarını dağıtır, karakollarını yakar, gemilerine, silahlarına el koyar. Ülke ticareti durma noktasına gelince, Fransız kralı barış istemek zorunda kalır, tabiri caizse tükürdüğünü yalar. Hüseyin Reis bu ikiyüzlü kralın sulh teklifine kulak tıkar. Adamlar çaresiz kalınca, gidip padişahın ayaklarına kapanırlar. Sultân "peki peki tamam" der de Reisimizin elinden kurtulurlar. Hüseyin Paşa 1690'da Tuna Kaptanlığına tâyin edilir ve Osmanlı ordusuna verdiği destekle Vidin'in kurtarılmasında mühim rol oynar. Bilahare Karadeniz Donanması Kaptanı yapılırsa da Ege'de Venedik baskısı artmaya başlar. 1691 yılında kendisine mîrî kalyonlar kaptanlığı ile Rodos Sancağı verilir ve sular ısınmaya başlar...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.