Spor gibi bir konuda üretim yapan NIKE'a çevrecilik çok yakışır, ancak firmanın Asyalı taşeronları insana ve tabiata saygısızdırlar. Düşünün Vietnam fabrikalarında çalışan kadınlar tehlikeli eşiğin "177 katı" toluene maruz kalırlar (Kasım 1997, New York Times). Bu zehir, böbrekleri, ciğerleri ve merkezî sinir sistemini perişan eder, doğum hastalıklarına, bebek anomalilerine yol açar. Çin'de yapıştırıcı olarak kullanılan "ABS-514" ise hem uçucu, hem de "uçurucu"dur, zavallıları bağımlı yapar. Kaldı ki NIKE'ın Endonezya fabrikalarında 12-13 yaşında kızcağızlar ter döker. Bunlar haftada 70 saat çalışır ama "karınlarını doyuracak" kadar para kazanamazlar. Çin ve Filipinler'deki işçiler 21-23 yaşında (% 80) bayanlardır. Bunlar defalarca tacize uğrar ses çıkaramazlar. Saatı 21 kuruşa Temmuz 1997'de NIKE'ın Çin'deki Wellco fabrikalarında genç kadınların saati 16 cent'e çalıştıkları ve 2 ila 4 saat fazla mesaiye zorlandıkları tespit edilir. Nisan 1997'de 10 bin Endonezyalı işçi sokağa çıkar. NIKE onları tehdit eder, açıktan açığa "hesabınıza uyarsa" kartını oynar. Firma, zaman zaman ABD ve Kanada'da protesto edilir, hatta gençler (Victoria Üniversitesi'nde) bir koşu düzenlerler. Yarışa katılanlardan Vietnam'daki bir NIKE işçisinin ortalama günlük ücretini alır (1.60 dolar), kazanana da Endonezya'daki bir NIKE işçisinin ortalama günlük ücretini (3.20 dolar) sunarlar Ancak ABD polisi bundan hoşlanmaz, 17 Ekim'de Eugene Oregon'da gerçekleşen anti-NIKE gösterilerine katılan bir gencin evini basar. Ailesine silah doğrultur, babasını kelepçeleyip götürür, annesinin "cadılar bayramı"nda giydiği kostüme bile el koyar. Evin penceresini söker çalıntı olabilir bahanesiyle çocuğun elbiselerini, bisikletini, hatta duvarlardaki posterlerini karakola taşırlar. "Neler oluyor" diye soran komşulara "uyuşturucu laboratuvarı bulduklarından" söz açarlar. Çalışan fukara Günümüzde, biri Beavorton (Oregon) diğeri de Hilversum (Hollanda) olmak özere iki ana karargâhı olan firma, diğer giyecekleri de fukaralara yaptırır. ABD, hemen hemen bütün üretici ülkelere kota uyguladığı için, içlerinden biri kota sınıra yaklaşınca, diğerine geçer "sen bırak, sen başla" yoluyla daldan dala atlar. Genellikle insan haklarının söz edilmediği devletleri seçer, derneklere, sendikalara bulaşmamaya bakar. Bunun köklü ve disiplinli bir üretim olduğu söylenemese de markakolikler imalat safhalarını umursamaz. Düşünün Vietnam'da bir işçiye günde 1.60 dolar verir (Amerika'da en az 30 misli), ürünü 70-80 dolardan satarlar. İşçiler fazla mesaiye zorlanır, yorulur, tükenir, insanlıktan çıkarlar. Bu paraya adam çalıştırabilmenin yolu baskı ve korkudan geçer ki taşeronlar da bunu yaparlar. Adı geçen imalathanelerin yerleştiği zonlara (serbest bölgelere) devlet karışmaz, vergiden de muaftırlar. Hasılı bir taşla beş kuş vururlar. Reklama çuvalla Nike 2001 yılında insan hakları örgütlerinin işçilerin teşkilatlanması için tavsiye ettiği şartları reddeder ama reklama çuvalla para harcar. Sadece Micheal Jordan'a ödenen para ile Endonezya'daki işçilerin ücretlerini iki katına çıkarmak kabildir ama böyle bir şey olmaz. Ardından Davids, Totti, Figo, Ronaldo, Roberto Carlos, Cantona gibi futbolculara para yağdırır. Henüz 18 yaşında bir çaylak olan Le Bron James'le 90 milyon dolarlık, Manchester United'la ise 480 milyon dolarlık bir kontrat yapar. Bu paralar elbette marka tutkunlarının, logo mecnunlarının cebinden çıkar. Bir reklam filminde Amerikalı koşucu Suzy Favor Hamilton, Freddie karakterine benzeyen maskeli bir kişi tarafından, elektrikli testereyle kovalanır. Tabii, Hamilton ablamız ayağındaki NIKE'ler sayesinde, sapık katilin elinden kurtulur. Bazıları "hayal kırıklığı" olarak görseler de reklam tutar, satışlar patlar. Evet NIKE rahat, hafif ve estetiktir ancak aldıkları üründe 620 bin işçinin terini, çilesini düşünen müşteriler huzursuz olurlar. NIKE dendi mi akla pis imalathaneler, çocuk işçiler, bıktırıcı mesailer, açlık, sefalet, taciz, gözdağı kısaca "sömürü" gelmeye başlar. Tam "boykot" kelimesi telaffuza başlamışlardır ki firma geri adım atar. Köşeye sıkışınca İlk kez 1996'da, Pakistan fabrikasında çalıştırılan çocukların fotoğrafları yayınlanınca köşeye sıkışan Phil Knight, (ABD 6'ncı zengin adamıdır) firmasının "kölelik ölçeğinde ücretlerle, zoraki mesaiyle ve keyfi istismarla anıldığını" itiraftan kaçamaz. "Çalışanların durumunu kesin olarak düzelteceğini" vaat ederse de değişen bir şey olmaz. Bu münakaşalardan sıkılınca kendini emekli eder, yerine paratoner yöneticiler koyar. NIKE idarecileri küreselleşme alehytarlarına hedef olmaktan korkmaz, ancak "pazar payını kaybetmekten kaygı duyarlar. İster istemez masaya oturur ve iş verdikleri 705 şirketin adını açıklarlar. Bunlar daha ziyade Çin'de (124) ve Tayland'da (73) bulunurlar. Peki bu şirketler bundan sonra insanlara insanca yaklaşacaklar mı? Zor. Aynı şartlarda ömür çürütmeye talip milyonlarca işçi olduktan sonra... Ama Mr. Phil kârından feragat edip de sadece yüzde birini paylaşmayı göze alsa...