Bu köşede birçok meşhura yer verdik, bugün tekaüd bir mahalle bekçisinden bahsedeceğiz ki onu pek az kişi bilir. Kara gözleri doğuştan sürmeli Alişîr, (Arslan Ali) Müküs'ün yerlisidir. Müküs (Bahçesaray), berrak ırmağıyla, balıyla, dutuyla, ceviz ormanlarıyla, hoşça bir beldedir. Bir zamanlar ilim ve edep merkezi olan şirin kazadan Muhammed Kutup, Seyyid Fehim, Fakih Tayran gibi (rahmetullahi teala aleyhim ecmain) zirveler geçmiştir. Alişîr Efendi de o büyüklerin menkıbelerini dinleye dinleye yetişir. Zira babası Molla Abdullah, Seyyid Fehim Hazretlerinin has talebelerinden Taceddin Efendi'nin torunu olup, Seyyid Masum Arvasi hazretlerinin hizmetinde bulunma şerefine erişmiştir. Babası, dedesi, babasının dedesi hepsi ama hepsi "Ehl-i beyt" aşkıyla tanınırlar ki bu muhabbet Alişîr'in de gönlünde filizlenir. Aradan yıllar geçer (1960'lar), seyyidler Van merkezde toplanırlar. Alişîr Efendi de düşünmeden vilayete koşar, gece bekçisi olarak vazifeye başlar. Bu tam ona göre bir iştir, sok cebine tesbihi, sabaha kadar dolan! Bir keresinde dövüşen gençlerin arasına girer, "yapmayın, etmeyin" der, ayırmaya çabalar. Ama kavgacılar birlik olup ona saldırırlar. Taş, sopa, muşta... Kafa göz perişan, üst baş, kan, revan. Polisler failleri tek tek toplar, içeri tıkar. Alişîr amcaya "rapor al, dava aç, tazminat kopar" diye akıl verir, avukat ney bulurlar. Affet gitsin! İyi de o danışmadan iş yapmaz ki. Arvasi büyüklerinden Şemseddin Efendi (rahmetullahi aleyh) "affet gitsin" deyince niyesini niçinini sormaz, alayını bağışlar. Arvasîlerin bir kolu ise Pervari'yi mekan tutmuştur, Alişîr Amca bulduğu her fırsatta Pervari'ye koşar, o doyulmaz sohbetlerden hisse kapmaya bakar. Derken Van Kalesi civarında bir bahçe alır, öyle ki selam veren dalar, heybesini doldurup çıkar. Alişîr Amca en iri, en sulu meyveleri toplayıp seyyidlerin kapısını çalar. Ayrıca her seyyid balasına bir ağaç bağışlar, Ahmed'inkini budar, Mehmed'inkini sular. Mevsimi geldi mi sevimli sahibini çağırır, kütür erikleri, pamuk elmaları birlikte toplarlar. Üstelik adrese teslim çalışır, küfeyi omuzlar, büyük bir saygıyla evlerinin eşiğine koyar. Meyve yemiş bahane, yeter ki onlar minik ve nurlu ayaklarıyla bahçede dolansınlar. N'eylesin bahçeyi Alişîr Efendi'nin ahlaken kendine benzer bir kızı vardır ki edebi, takvası, cömertliği ile tanınır. Tam ak duvaklar giyeceği çağda hastalanır, mum gibi eriyip solar. Evlat acısı bu kolay mı? Alişîr Amca "veren de O, alan da O (Celle Celalüh)" der, tevekkülünü asla bozmaz. Derken bir gurbet rüzgârıdır eser, sevdikleri birer ikişer Van'dan ayrılır, uzaklara taşınırlar. Sohbetler seyrekleşir, meyve sunacak, semaver kuracak dost kalmaz. O yıl ürün her zamankinden çoktur, dallar kırılmaya yüz tutar. İyi de seyyidleri ağırlayamadıktan sonra bağ bahçe neye yarar? Yine istişaresini yapar, "tebdil-i mekânda ferahlık vardır" denilince üçüne beşine bakmaz, satar savar, İstanbul'a uçar. Onun gibi hikmet, himmet avcıları aradıklarını İstanbul'da da bulurlar. Nerde bir cemiyet, nerde bir vaaz... Alişîr Amca orada... Korktuğundan emin Bilirsiniz, böylesi sohbetlere giren çıkan çok olur ama kimi kendi dünyasına dalar, kimi uyuklar. Alişîr Amca ise her anı değerlendirir, âdeta inci mercan toplar. Sanki menkıbelerde yaşar, o mübareklerle yatar, o mübareklerle kalkar. Server-i kâinat'ın adı geçti mi ayaklanır, büyük bir edeple Medine cihetine dönüp salat ve selâmlar yollar. Pehlivan endamlıdır, kalıplıdır, kafasından yün beresi eksik olmaz. Kocaman kocaman elleri vardır, nasırlı ve çatlak. Müsafeha edenler avuçlarını kavrayamazlar. Ama o iri bedenin aksine zarif, rakik, hassas bir kalp taşır, gözlerinden yaş eksik olmaz. Onu bilen bilir, gönül ehli "biz muhabbeti Alîşir'den öğrendik" diye fısıldar. Alîşir Amca çocuklarına "Bir köpek için, beklediği konağın sakinleri müsavidir" der, "ama küçük ama büyük fark etmez. Seyyidlerin beşikteki bebeğine bile hürmet gösterin, onlara hizmeti şeref bilin!" O da her mümin gibi havf ve reca (korku ve ümit) arasında gelir, gider, tövbesini ağlayarak yapar, söz büyüklerden açıldı mı içi ferahlar. Oğullarına "Hazret-i şıh (Seyyid Fehim Arvasi) bizi bize bırakmaz" der, "umarım son nefesimizde elimizden tutar!" Umduğuna nail... Mübareğin iki cümlelik bir duası vardır ki ne zaman boyun büküp el açsa tekrarlar: "Ya Rabbi ruhumu Medine'de al... Bu fakiri Seyyid Kasım Bağdadî'ye (kuddise sirruh) komşu yap!" Daha evvel hac vazifesini ifa etmiş, hatta birkaç defa da vekil gitmiştir. O yıl niyeti de, hazırlığı da yoktur ancak gönül ehlinden işaret alınca ayaklanır, parayı nerden bulur, vizeyi nasıl koparır anlayamaz. Tavaf ederken içi bir hoş olur, göğsü pırpırlanır durur, yüreği kafesine sığmaz. Vazifelerini henüz tamamlamıştır ki bir işaret daha... "Medine'ye koş! Durma!" İmkânsızdır aslında, bilirsiniz hacılar kafilelerinden kopamazlar. Şehir giriş çıkışlarında amansız bir kontrol vardır, pasaportsuz kuş olsa uçamaz. Alişîr Amcanın acabası yoktur, çağrılıyorsa uyar, teferruata takılmaz. Nitekim elini kolunu sallayarak, polisleri aşar, Münevver beldeye varıp, Server-i Kâinatın (sallallahü aleyhi ve sellem) huzuruna çıkar. Ziyaretin akabinde rahatsızlanır, başını seyyidlerin dizine koyar ve o sürmeli gözlerini "Allah" diye diye yumar. Mâlum, Suudi Arabistan'da kabir seçmek gibi bir şansınız olamaz, kamyonla riyal verseniz de arzunuz dikkate alınmaz. Alişîr Amcanın cenaze namazı Mescid-i Nebi'de kılınır, arasında ehl-i beytin de bulunduğu cemaat naaşı omuzlar. Gösterilen yer şaşırtıcıdır. Bir yanında Seyyid Kasım Bağdadi (kuddise sirruh), öbür yanında o güzel halife: "Hazreti Osman!" (radıyallahü anh) Kendi halinde bir bekçi emeklisi, soluk kıyafetli, yün bereli bahçıvan. Adsız, sansız, unvansız, Alişîr Çoban... Aşk işte... Görün muhabbet, onu kimlere komşu yapar...