Ebu İdas, Cerciş ya da bizim bildiğimiz adıyla Bahira (Aramî lisanında 'seçilmiş' anlamına gelir) bir Süryani rahibidir. Beriyye-i Şam'da, Busra adlı antik kentte yaşar. (Tiyatro, hipodrom, zafer takları, hamamlar, kiliseler ayaktadır hâlâ) Oldukça yaşlıdır, ihtimal beli büküktür, saçı sakalı kar gibi beyaz. Bahira bir zamanlar Yahudi'dir, sonra Hristiyanlar arasına katılır. Ancak teslise (üç tanrı inancına) karşı vahdaniyeti savununca papazlar arasında barınamaz. O da bu mabede çekilir inandığı gibi yaşar. Zikrolunun manastır kuytuda kalır, lâkin ahali üzerinde pek itibarlıdır. Zira içinde asırlar öncesinden kalan kutsal emanetler vardır, kütüphanesinde kitaplar aramakla bulunmaz. Burada münzevi bir hayat sürer, hücresinden nadiren çıkar. Astronomi ve kozmografyadan anlar, hekimlik de yapar. Bahira kütüphanede taramadık kitap bırakmaz, değişik eserlerde ahir zaman peygamberini müjdeleyen satırlara rastlar. Fahr-i âleme görmeden âşık olur, ona kavuşmayı candan arzular. Bu sırrını sözünü dinleyenlere de fısıldar. Beklenen yolcu Son günlerde bir hoştur, beklenmedik şeyler olacaktır sanki. Anlayamadığı ve anlatamayacağı şeyler... Kuleye çıkıp uzun uzun Mekke cihetine bakar, bir ses, bir koku, bir işaret arar. Geceleri çölü dinler, meçhul yolcunun adımlarını sayar. Yüreği ılıcık, sıcacıktır, içi içine sığmaz. Biliyor musunuz, Kureyşli tacirler genelde burada konaklar. Atlarını sular, develerini salar, yıkanır, paklanır, yorgun vücutlarını hasırlara bırakırlar. Beş on saat da olsa yıpratıcı menzillerin, kavurucu çöllerin, dondurucu gecelerin acısını çıkarırlar. Bahira'nın kervanlarla ve kervancılarla ilgilendiği görülmüş şey değildir ama o gün koşa koşa yanlarına gelir. Bir telaş, bir heyecan... Kafileyi topyekûn yemeğe davet eder, zengin, fakir, köle, eşraf ama kim varsa... Kureyşliler bunu tuhaf bulur, hatta biraz şaşırırlar. Lâkin davet davettir, ikrama çağıran bir ihtiyarı kıracak değillerdir ya. Peygamber Efendimiz henüz 12 yaşındadır (bir rivayete göre 9), onu nöbetçi bırakır, Bahira'nın kapısını çalarlar. Rahip misafirleri tek tek inceler ve geride kimsenin kalıp kalmadığını sorar. Zira Habibullah'a gölge eden sevimli bulut oradadır hâlâ. Ağaçlar tazimle eğilmekte, kayalar selâma durmaktadırlar. Kuru olduğunu çok iyi bildiği dallar zümrüt zümrüt donanmıştırlar. Üstüne basa basa konuşur: "Gelmeyen biri var!" Resulullah'ın amcası Haris "hepimiz buradayız" der, "sadece eşyaların başına yeğenimi bıraktık o kadar." -Onun adı ne? -Muhammed -Çağırır mısın? -Elbette. Alıp gelir, minik bulut adım adım peşlerinde. Adı güzel Muhammed içeri girince Ebû Talib'in yanına sokulur. Bahira aradığını bulmuş, yüzü aydınlanmıştır. Ebu Talib'e dönüp sorar: "Yakınınız mı?" -Oğlumdur. -Yanılmayasınız? Onun annesi babası vefat etmiş olmalı! -Evet etti. Kardeşimin oğludur, ama ben de oğlum derim ona. -Bu kırmızılık gözlerinde devamlı durur mu? -Durur! Bahira yüzü suyu hürmetine kâinatın yaratıldığı servere döner "Soracaklarıma doğru cevap ver" der, "Lat ve Uzza hakkına!" Görünen o ki Efendimiz putlardan hoşlanmaz ve bu incelik Bahira'nın gözünden kaçmaz. Ancak "Allah adına" deyince yemin verir, bildiklerini saklamaz. -Uyur musun? -Gözlerim uyur, kalbim uyumaz. Sırtını açar mısın? Amcasına bakar. Ebu Talip "aç oğlum" der, "herhalde bir bildiği var!" Yakasını sıyırır, işte mühr-ü nübüvvet karşısındadır ayan beyan. Yaşlı adam hıçkırmaya başlar, "sen ahir zaman peygamberisin" der "ben inandım, iman ettim. Ah o günlere ulaşsam da, hizmetinde bulunsam!" Durmayın burda! Şam'a kadar hayli yolları vardır, kervandakiler bir an önce toparlanmayı arzularlar. Bahira, Ebu Talib'in önüne geçer, "n'olur gitmeyin" der, "benim bildiklerimi Yahudiler de bilir ve korkarım size saldırırlar!" Ebu Talib, söz dinler, azına çoğuna bakmaz mallarını Busra'da satar. Oyalanmadan ayrılırlar. Nitekim üç beş gün sonra bir kahinin yönlendirdiği silahşörler Busra'ya gelir, Efendimizi sorarlar. Bahira onlara nasihat eder, "mukaddes kitaplarda müjdelenen büyük Resul'e gücünüz yetmez" der, "siz kiminle uğraştığınızın farkında mısınız? Yok helak olmak istiyorsanız o başka!" Kendinden o kadar emindir ki, adamlar ikna olurlar. Yaşlı mümin o günden sonra hep Efendimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) anlatır, ancak adı güzel Muhammed'in peygamberlikle vazifelendirildiği günlere kavuşamaz. Talebelerinden Mühezzeb ondan duyduklarını yazar, ortaya El-Enba gibi değerli bir eser çıkar.