Başarılı yazarlar işlenmedik konular bulur ve hadiseye herkesten farklı bakarlar. Pierre bu hakikati abartır, "aykırılıkta" karar kılar. Bütün Fransızların Ermenici olduğu bir dönemde Türklerin yanında durup soydaşlarının nasırına basar. Fransız gizli servisinden ona verilen vazife de budur aslında. Paris hükümeti bir yandan Anadolu'yu işgal, Suriyeyi ilhak planları yaparken öbür taraftan nabzımıza göre şerbet sunar. Zira o yıllarda Türk mekteplerinde yabancı dil olarak Fransızca okutulmakta, kendi kolejlerinde diledikleri programı uygulamaktadırlar. Sadece İstanbul'da 100 bin kişi Paris ağzı ile konuşur, Fransızca neşriyat karıştırırlar. Sanat ve edebiyatımızda Frenk etkisi aşikârdır, kalburüstü takım "Alafranga" yaşar. Hepsi bir yana "Kapitülasyonlar"dan yararlanan mösyöler, madenlere, limanlara, demir yollarına, bankalara yatırım yapmışlardır ve bu imtiyazı kaybetmekten korkarlar. Ortalık kızışınca Alb. Loti, Asitane tasvirlerini kenara koyup siyasete soyunur, Balkan ve Trablus meselesinde bize destek veren yazılar yazar. Fransız askeri Mersin'e çıkarken, Antep'i sıkıştırırken, Maraş'ı yakarken, Çanakkale'ye abanırken, bir nevi "perdeleme" vazifesi yapar. İşin içinde mutlaka direktif olmalıdır, yoksa üniformasını giydiği orduya nasıl karşı çıkar? Oyun işte, laf... Tazıya tut, tavşana kaç! Lobici loti Nitekim kendi ağzıyla "Cenevre'de, Fransız ve Türk hükümetlerinin arasını yapmak için ne dolaplar çevirdim bilseniz" diye yazar. "İstanbul'un çatışmasız teslimi için" ikna turları yapar. "Opera Comique'de piyesi izledikten sonra Münih'ten gelen Türk habercisini kabul ettim. Cavit Bey'den aldığım haberleri koşa koşa, Cumhurbaşkanı Poincare ve Dışişleri Bakanı Delcasse'ye ilettim. Umarım barış görüşmeleri başlayabilecek. (14 Haziran 1915)" I. Cihan Harbi çelik üreten ülkeler (İngiltere Almanya, Fransa ve Rusya) arasında kopar. Loti, Osmanlı imparatorluğunun savaşa katılmasını istemez. Talat ve Enver Paşalara müracaatta bulunursa da netice alamaz. Yine enteresandır Meşrutiyete karşı çıkar, tavrını "Osmanlının kendisi gibi kalmasından yana" koyar. Loti sömürünün maskelisinden yanadır. Türkleri iyi bilir, beklenmedik direnişlerden çekinir. Nitekim hiç hesapta yokken karşılarına Sütçü İmamlar, Şahin Beyler dikilir ve tezinde haklı çıkar. "Her şeyden önce Hıristiyan değiller, zavallı Türkler; işte bu Avrupa'nın gözünde en büyük kusur!" Avrupa'da kan, kin, intikam çığlıklarının yükseldiği günlerde sahte de olsa bu cümlelere ihtiyacımız vardır. Pierre bir anda kahraman yapılır, semtlere, sokaklara adı asılır. Loti, şadırvan başlarını, dem çeken kumruları, mezar taşlarını, başıboş gezinen kedileri, köpekleri, leylekleri, minarelere nazire yaparcasına yükselen servileri, kıraathaneleri, mütebessim müminleri, hasılı Asitane'nin sulhunu sükûnetini sever. Oğlu Samuel Viaud'u da getirdiği İstanbul ziyaretlerinden birinde fevkaladelik hisseder, vapur rıhtıma yanaşınca muhafızlar halı serer, çiçek koştururlar. Bir telaş bir heyecan. "Bu merasim kimin için hazırlandı" derken hizmetçisi fısıldar: "Sanırım sizin için, kumandan!" Nitekim paşalar, murahhaslar "hoş geldiniz" deyip Hazine-i Hassâ'ya ait bir arabanın kapısını açarlar. Alkış, şaşaa... Onu Rumeli Hisarı'ndan padişahın çatanası ile alır, Bâbıâli Müşâviri Kont Ostrorog'un yalısında ziyafete oturturlar. Bir sonraki gün, sadrazam üç çifte kayığını gönderip evine çağırır, şerefine mehtab âlemi tertip eder. Hamlacılar küreklere asıladursun, kandillerle bezenen sandalın atlas yastıklarına gömülür, nargile tüttürürler. Loti artık tanınmaktadır, yol boylarında halk el sallar. Tarabya'daki Fransız Sefarethânesi'nde bir gece kalabilir, İstanbullular onu Fatih'te sâkin, asûde bir konakta ağırlarlar. Seher vakti müezzin sesine uyanır, sabah satıcıların nameli sesleri oda içinde çınlar. Anadolu işi sofralar, siniler, kalaylı sahanlar... Rüya gibi... Haliç ayakları altındadır ve bir zamanlar ikamet ettiği Hasköy karşısında uzanır. Ramazan-ı şerif olduğu için gündüz yatar, geceleri (oğluyla birlikte) feslerini giyip, çınar altına takılırlar. Kadir Gecesi bir tekkeden iftara çağrılırlar. Loti, şeyhin engin malûmatına hayran kalır. Sonra Edirne'ye "hatırımdan silinmeyecek" dediği bir gezi yapar. Pierre Loti, Türklerin azınlıklara karşı nasıl müsamaha ile yaklaştıklarını bilir, halk arasında rahat dolaşır, kimsenin kendisine zarar vermeyeceğinden emindir. Halbuki Avrupa mecmualarında eli palalı, dişi kanlı Türk karikatürleri çizilmektedir. Mevsim bahardır, pesbembe çiçeklerle donanan dallar (ihtimal erguvan), gümüş renkli duvarların üzerinden taşar, asırlık mermerler arasından körpe filizler fışkırırlar. Ama onu en fazla Kandilli'deki küçük mescitte huşu ile ibadet eden müminler etkiler, o geceyi unutamaz. Ayrılırken "Doğu medeniyetini seviyorum" der: "Şu güzelliğin biteceğini hissediyorum ve bu beni hasta ediyor..." Doğrusu kendi medeniyetinin ruhu yorduğunu, ömrü yıpratığını söylemekten sakınmaz. Bütün bunlara rağmen münakaşası yapılan tepeye Karyağdıbaba, Kaşgari ve İdris-i Bitlisi ismi yakışırdı. Zira Piyerloti adında yeteri kadar sokak ve mektep var. > Üniformalı kaçakçı! Pierre de diğer Avrupalılar gibi tarihî eserleri araklamanın hakkı olduğunu sanır. Birçok antik değeri ait olduğu kültürden aparıp koparır. Evi müze gibidir, şömineler, şamdanlar, yemek masaları, zırhlar, bayraklar... Düşünün Suriye'deki bir mescidi minberiyle mihrabı ile (âdeta yekpare) kaldırır, evine katar. Ancak işi bilir, kıblesini şuurlu olarak bozar. Türbe kısmında kimbilir kime ait sandukalar, kitabeler, çeşmeler, halılar, mezar taşları ve çini tablolar. Orta Doğudaki kiliseleri ve Uzak Doğudaki Budist tapınaklarına da ilgisiz kalmaz. Donanma gemilerini ve bahriyelileri böylesi işlerde kullandığına göre yukarıdakilerle münasebeti iyi olmalıdır, zira bu işler sıradan bir subayın boyunu aşar...