Düşman ve fırtına ile hırpalanan donanmayı Müslüman meliklere satan, kara yoluyla İstanbul'a doğru yola çıkan Seydi Ali Reis, Lahor, Sunipet, Panipet üzerinden Kırnal'a gelir, Tanasır'da Hakim-i hükümet Kara Bahadır Hanla tanışırlar. Sihrind yolu ile Maçvare'ye oradan da Baçvare'ye varırlar. Sultan-Pur nehrini gemilerle geçer, epey bir yol aldıktan sonra önleri kesilir, tekrar Lahor'a yollanırlar. Zira eski sultan ölmüş, Celalu'd-Din Ekber Mirza Padişah olmuştur. Lahor Hakimi "Yeni Padişah'tan izin almadan Kabil ve Kandehar tarafına gidemezsiniz" deyince tutulur kalırlar. Hayda!.. Makarayı bir kez daha başa sararlar... Yeni Padişah Mirza, babasının fermanlarını görünce bir hoş oldu. Ruhsat vermekle kalmaz dört bin kadar adamını da peşine takar. Rebiül ahir'in ortalarında Kabil'e doğru yola çıkar, deniz endamlı nehirleri kah serirlerle (sepetlerle) kah gözelerle (küplerle) geçer, kırık dökük bir kelek bulsalar, öper başlarına koyarlar. Ne macera... Padişah Mirza, Seydi Ali Reis'e yolluk vermesi için Behere Emirine emir vermiştir ancak adamcağız hazırlıklı değildir, kasadan kuruş çıkmaz. Seydi Ali Reis "Kim kanaat ederse doyar, kim tamahkarlık ederse ayağa düşer" der, harçlıktan feragat eder. Hoşab Suyunu gemilerle geçer, Zabulistan topraklarına ayak basarlar. Sarp dağlarda binlerce Afganlı ile karşılaşır, tüfek atıp yaklaştırmaz, Allah'ın yardımıyla Peşaver'e vasıl olurlar. Hayber Geçidinde araziyle Lemegan'da Hezaralarla boğuşur, güç bela Buhter Zemin'in pay-i tahtına (Kabil) ulaşırlar. Humayun Padişahın oğulları merhum babalarının fermanını görünce onları saygıyla ağırlar. Etrafı karlı dağlarla, gürleyen ırmaklarla, verimli bağlarla çevrilen Kabil hoş bir şehirdir. Zevk, sefa, sohbet, vaaz... Müzeyyen güzellikler sayılamaz... Fakat hiçbiri gözlerinde değildir, sıla hasreti ile yanar bir an önce yola çıkmayı arzularlar. Mun'ım Han "Yollarda kar var, Hindikuş Dağları bu mevsimde geçilmez, bekleyin" ikazında bulunsa da Seydi Ali Reis "Erlerin azmi dağları yerinden oynatır, şimdi gayret gerektir" deyince mani olmaz. Yanına Mir Nezri'yi katar, onun tayfaları kafileyi dağdan aşırırlar. Karabağ, Çarikiran sonra da Pervan diğer adıyla Şehr-i Mervan... Şehr-i Endirab, Bedehşan üzerinden Tahkan'a ulaşır Süleyman Şah ve oğlu İbrahim Mirza ile dost olurlar. O günlerde Belh Han'ı Muhammed ile Burak Han arası gergindir, yollar emin olmaktan çıkar. Çapulcular Kunduz, Kavadyan ve Termid taraflarında ferman okuturlar. Bu yüzden Bedehşan yolunu tercihe şayan bulurlar. Amu Suyunu (Ceyhun) tulumlarla aşar, Kaşgar tarafından Vilayet-i Hotland'da girer Mir Seyyid Ali Hemedani hazretlerini ziyaret edip oradan Külabe şehrine uzanırlar. Cihangir Ali Han ile mülakat edip mektubu sunar, Ali Han yanlarına 15 kılavuz katar. Ne zaman ki Çarsu'yu (dörtsu) geçerler, kılavuzları serbest bırakırlar. Turan-Zemin, yani Mavera'ün Nehir feyz menbaıdır. Çarşanba kasabasında (Duşanbe) Hoca Yakup Çerhi'yi ziyaret eder, Çığanyat'ta (Hisar-ı Şaduman) soluklanırlar. Singerd dağını aşıp şehr-i Sebz'e (Keş) gelir, Sultan Haşim'den geçiş izni alırlar. Semerkant'ta Danyal ve Hızır Aleyhisselam'ın makamını ziyaret eder Resulullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hırkayı şerifi ve nalını saadetleriyle, Hazret-i Ali'nin yazdığı Kur'an-ı Kerim'i görme şerefine nail olurlar. Meşayihten Şeyh Ebu'l Mansur Maturidi, Şah-ı Zinde, Hoca Ubeydullah-ı Ahrar, Hoca Abdi Birven, Devren Çopan, Kadızade-i Rumi gibi 4440 ulema kabrinde fatiha okurlar. Bir gün sohbet esnasında Burak Han "Gördüğünüz şehirlerden hangisi hoşunuza gitti?" diye sorar. Cevap şaircedir: "Sevgilinin köyü varken gönül gayriyi arzulamaz / Herkese kendi kenti yeğ gelir Bağdad'dan..." Han çok hoşlanır yine de "burada kalın" der makamlar, mevkiler sunar. Ki yollarda Mangıtlar vardır, yakaladıklarını soyar, her fenalığı yaparlar. Seydi Ali reis, durmaz, Keremene şehri, bilahare Devva, badehu Acduvan'a varırlar. Hoca Abdul-Halık Goncduvani'nin huzurunda feyz-yab olurlar. Pul Rıbat'ta Harzemşah Hanı Ali Bey ile Buhara Hanı Seyyid Burhan'ı cenge hazırlanırken bulurlar. Seydi Ali Reis aracı olur, kan akmadan sulh ve sükunu sağlar. Seyyid Burhan "Dünya ve Ahirette atam ol. Sen Buhara'da otur, ben Karakul'da kalayım" diye ricada bulunursa da "bütün Mavera'ün Nehir'i verseniz durmam" der, bir an evvel İstanbul'a varmaya çabalar. Buhara'da çardak sohbetleri yapar, ilahiler, gazeller okurlar. Hace Bahaeddin Nakşibend, Kadı Han, Çar Bekir, Ebu Hafs-ı Kebir, Sadruş Şeria, Tac'uş Şeria, Şeyh-ul Alem, Seyyid Mirkelam, Pir Hoca Bahaud-Din Nakşibendi, Sultan İsmail Samani, Ka'b'ul Ahbar ve Şems-ul Eimmet'ul Serahsi'yi ziyaret eder ve yine yola çıkarlar. Amuderya'yı (Ceyhun'u) teknelerle geçer ve vilayet-i İran-Zemine (Horasan'a) ayak basarlar. Harzem'de Şeyh Necmü'd-Din Kübra, Şeyh Ali Ramiteni, Şeyh Helvetiyan, İmam Muhammed Bargi, Sahib-i Kuduri Caru'llah Allame, Keşşaf tefsirinin sahibi Molla Hüseyin Harzemi, Seyyid Ata ve Hakim Ata'yı ziyaret eder, ruhaniyetlerine sığınırlar. Cenab-ı Hak katında daima şad, merzuk ve Cennet-i Naim'de hoşnutluk içinde olmaları için niyazda bulunurlar. Gurbet ellerde Harzem'de yerli halk gibi kürklere bürünür, Mangıt taifesinin gözünden ırak dururlar. Bir ay kadar Kıpçak çölünde avare dolanırlar. Bu çölden kervan geçmez, kuş uçmaz. Bitki cinsinden bir habbe, sıvı adına tek katre bulunmaz. Sıkıntı ve mihnet ile Saraycık kasabasına varırlar. Burada hacı kafileleri ile karşılaşırlar. Yol korkutucu olmuştur, bir tarafta Ruslar, öbür yanda Mangıtlar... Diğer Müslümanlarla birlikte Harezm'e dönmek zorunda kalırlar. Onlara "Bahara kadar bekleyin" derler, "hele Mangıtlar yaylaya çıksınlar." Seydi Ali Reis gözünü karartır, "Allah'ın öldürmediğini kimse öldüremez" der, "ölümden korkan yol alamaz" ve silbaştan sahraya çıkar.