Son Hıdiv Abbas Hilmi

A -
A +

Bekçi İbrahim, kendi halinde garibin tekidir, 17 çocukla geçinmeye çabalar. Büyük oğlu Mehmed Ali okumaya meyillidir ama öncelikle evin yükünü omuzlar. O günün Kavala'sında ne iş olsun, çapaya mapaya gider, bir ara postacılık yapar. Vakti gelince her Türk gibi o da asker ocağına koşar ve serüven başlar... Onu Fransızlar'a karşı savaşan birliklere katar Mısır'a yollarlar. Bu Mehmed Ali devletin başına belâ olan başıbozukları derler toparlar ve Nopolyon gibi bir savaş kurdunun tozunu atar. Yollar ayrılınca... Mısır'da dengeler hassas zemin kaygandır. İngilizler, Fransızlar ve Arap milliyetçileri her geçen gün güç kazanır, yönetimi zorlamaya başlarlar. Burası Babıali'den görüldüğü gibi değildir, nitekim anlı şanlı paşalar dikiş tutturamazlar. 3. Selim hiyerarşiyi bir yana atar, tutar "postacı parçasını" vali yapar. Mehmed Ali Paşa oyunu kuralına göre oynar, İngilizleri fena bozar. Ardından Devlet-i âliyeye ihanet edenleri bir kenara yazar. Fitnecilerin kafasına saksı maksı düşer, fayton altında filan kalırlar! Mısır'a istikrar gelir ama İngilizler civar coğrafyayı karıştırır, Arabistan'da Abdülvahab adlı isyancıyı Osmanlı'nın başına sararlar. Mehmed Ali Paşa, Haremeyn-i Şerifeyn'i kurtarır, Vehhabi liderlerini derdest edip İstanbul'a yollar. Bu arada Mora'da ayaklanan Rum'ları hizaya sokar ki bu başarısından ötürü Girit'i dahi ona bırakırlar. Mehmed Ali Paşa Mısır'a limanlar, deniz fenerleri, yollar yaptırır, batılı mânâda okullar açar, hekimleri, mühendisleri, Avrupa'ya yollar. Beyaz ve Mavi Nil'in birleştiği noktaya Hartum gibi nefis bir şehir kurar. Garip zencileri mektep medrese ile tanıştırır, kavruk toprakları kanallarla sular. Bunlar güzel şeylerdir ama Mısır'dan kaçan Kölemenleri himaye eden Sayda Valisine saldırınca Osmanlılar "Bi dakka. O kadar da değil" buyururlar. O yıllarda imparatorluğun gailesi boyunu aşar. Süper Valimiz de Dersaadet ile yolunu ayırır, "Hıdiv" kelimesini telaffuza başlar. Hıdivlik bildiğiniz valiliktir, ancak babadan oğula geçer, saltanat dal budak salar. Mehmed Ali Paşa bütün bunlara rağmen kendinden 54 yaş küçük olan Abdülmecid Han'ın ayağına gider, hürmette kusur etmemeye bakar. Ondan sonra 8 tane hıdiv gelir ki bazıları gerçekten başarılıdırlar (Meselâ Sait Paşa Süveyş Kanalını açar) ama bazıları bina ve mefruşat peşinde koşarlar. İnce hesaplar... Son Hıdiv Abbas Hilmi göreve getirildiğinde Viyana Harp Akademisinde okuyan 17 yaşında bir çocuktur. Almanlar akademi hocalarını yanına katar ona yardımcı olmaya (!) çalışırlar. İngilizler ise Lord Cromer ve Lord Kitchener gibi iki kurdu musallat eder Mısır ordusunda söz sahibi olurlar. Niketim Hıdiv adına Sudan'a ve Fransızlar'a saldırırlar. Abbas Hilmi dedeleri kadar becerikli değildir. Hoş, hayatı İsviçre'de geçen kibar delikanlıyı Mısır çölleri açmaz. Nümayişler ve suikastlar canını sıkar. Hıdiv'in Yunan asıllı doktoru (Almanların adamıdır) "bu sıcak ve boğucu havanın haşmetmeaplarının zarif bünyelerine iyi gelmediği" teşhisini koyar. İsviçre'ye yerleşirse zinde kalacağını telkine başlar. İngilizler ise Hıdiv Hazretlerini Britanya'da ağırlamaktan onur duyacaklarını ifade eder, allı pullu davetiyeler yollarlar. Avrupa'da malikaneler hazırlanadursun Abdülhamid Han onu aparır koparır, bir şekilde İstanbul'a atar. Hıdiv'in muhteşem yatını 100 pare top atışı ile karşılar. Uğruna saraylar açar, şerefine ziyafetler verir, göğsüne nişanlar takar. Öyle ya da böyle bu çocuk Mısır'ın "tek" ve "meşru" hakimidir, Mısır'da kalmak isteyen onu elinde tutar. Abdülhamid Han genç Hıdivi kaçırmamak için ne gerekiyorsa yapar. Rahmetli Hüsrev Paşanın Emirgan'daki yalısını hizmetine açar. Abbas Hilmi yalıdan hoşlanmaz, önce Pembe, sonra Sarı Köşkü yaptırır ama yine memnun olmaz. Padişah ona Çubuklu'daki koruyu bağışlar ve emrine dünyanın önde gelen mimarlarından İtalyan Seminati'yi verip oyalamaya bakar. Çağının önünde Abbas Hilmi, tam bir gayrimenkul hastasıdır. Ancak onunki boş merak değildir, bu işlerden iyi anlar. Nitekim bu binaya elektrik üretecek bir jeneratör ısmarlar. Asansör yaptırır (ki hâlâ saat gibi çalışır), ahşapları için Romanya'dan köknar ağacı getirtir, dolapları dehlizlere açar. Kalöriferleri ve banyo suyunu istediği sıcaklığa ayarlar. Hepsi bir yana kulenin manzarası yeter, Boğaz'ın seyrine doyum olmaz. Bu kasra hizmet eden bekçilerin, bahçıvanların, seyislerin aşçıların, nedimlerin, dadıların sayısı bilinmez, bunlar en az kasır kadar görkemli bir köşkte kalırlar. O devirde Almanlar da İngilizler de kirli işlerde İttihatçıları kullanılırlar. Nitekim bu saflar Abbas Hilmi Paşa'ya karşı başarısız bir suikast girişiminde bulunurlar. Derken 1. Dünya Savaşı çıkar ve Arap Milliyetçileri "uyuyan halkı İstanbul Saraylarına altın döken Hıdiv'e karşı birleşmeye" çağırırlar. Londra anında saf degiştirir, yatırımı Kral Faruk üstüne yapar. Mısır'ı kaybetmiş olmak Abbas Hilmi'nin umurunda değildir, zaten bir zaman sonra İstanbul'dan da sıkılmaya başlar. Gider İsviçre'de Leman gölü kıyılarına demir atar. Bu muhteşem kasrı "sembolik bir fiyatla" İstanbul Belediyesine satar. Hıdiv Kasrı bir ara Yeşilçam filmlerine mekân olur. Ancak Büyükşehir Belediyesi burayı titiz bir şekilde restore eder ve "içkisiz" olarak halkın hizmetine sunar. İstanbullular beylere paşalara yakışan bir mekânda ağırlanmaktan hoşnud olurlar.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.